Danimarka ile Almanya'nın arasını teneke kutular açtı

Schengen Anlaşması'ndan sonra eline kimlik kartını alan AB vatandaşları üye ülkeler arasında serbestçe dolaşmaya başladı. Bugünlerde ise AB içinde serbestçe dolaşanlar sadece insanlar değil. Örneğin bira kutuları da ülkeler arasında dolaşıyor hatta üye ülkelerin arasını bile açabiliyor; Almanya ve Danimarka arasında olduğu gibi. Türkiye'de ise atıkların geri kazanımı için alınacak çok yol var.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 10 Mart 2006

İngilizler Fransızları çok sevmeselerde, her yıl onbinlercesi Manş Denizi'ni aşıp, eve Fransız şarabı, peyniri ve birasıyla dönmeye bayılıyor. Bazıları bu kısa tatili, uygulanan düşük vergilerden dolayı aynı ürünleri Fransa'da İngiltere'ye oranla daha ucuza alabildiği, bazıları da sadece tadı için yapıyor. Biraları en az Alman markaları kadar ünlü olan Danimarkalıları Almanya'ya götüren neden ise daha çok fiyat farkı. Her yıl tam 400 milyon teneke kutu dolusu bira Almanya'dan Danimarka'ya akıyor.

Danimarka bu durumdan rahatsız ve yıllardır süren bu soruna çözüm bulması için Avrupa Komisyonu'ndan yardım istiyor. Danimarkalılar için sorun sadece ucuz biranın ülkeye girmesi ya da kendilerini ucuz biraya veren "çakırkeyf" Danimarkalıların işe geç gelmesi değil. Her yıl 400 milyon teneke kutunun daha, kendilerince toplanmak zorunda kalınması. Almanya'dan bira akını başlamadan önce Danimarkalılar teneke kutulara da depozito uygulaması başlatmış, doğaya bırakıldığında çözülmeleri 200 yıl alan bira kutularının dükkanlara geri dönmesini sağlamışlardı. Kutuları aldığınız yere götürmezseniz, depozito için ödediğiniz parayı da geri alamıyorsunuz. Almanya'da da benzer bir uygulama var ancak sınırdan çıkarken Danimarkalılar, kutuları Almanya dışına çıkaracaklarını beyan ederek depozito ödemekten muaf tutulabiliyor. Böyle olunca milyonlarca bira kutusu Danimarka'nın çöplüklerinde toplanmayı bekliyor. Danimarka Çevre ve Ticaret Bakanlıkları geçtiğimiz hafta yaptıkları ortak açıklamada, hem haksız rekabete hem de atık sorununa çözüm bulunması için Komisyon'dan çözüm üretmesini istediler. Almanya, Komisyon'dan önce yanıt vererek sorunu 1 Mayıs'a kadar çözme sözü verdi. Danimarka Ticaret Bakanı Bendt Bendtsen, sözün tutulması için baskı yapmaya devam ediyor ve Angela Merkel'le gerçekleşecek görüşmesinde konuyu gündeme getireceğini söylüyor.

Tüm bu gelişmeler, Danimarka kırlarında içtiği bira kutusunu havaya fırlatma lüksünden yoksun bırakılacak olan "keyif adamlarını" rahatsız ede dursun bizim buralarda durum oldukça farklı. Teneke kutu değil birçok cam şişeye de depozito uygulaması yok. Geri kazanım için plastik, cam, metal ve kağıt-karton başlıkları altında belirlenmiş kotalar var ama oranlar 2005 yılı için yüzde 30'larda seyrediyor. Geri kazanılmayan ürünler ise, birçok kentteki vahşi depoloma alanlarında gömülmeyi bekliyor. Atıkların geri toplanması ve organik atık dediğimiz, yiyecek artıklarından ayrılması için bireyler, firmalar ve yerel yönetimlerin birlikte çalışması gerekiyor. Türkiye'deki çarpık kentleşme sorunu büyüten bir faktör olduğu kadar, daha az atık üreten ambalajlama yöntemlerinin kabulüde bir başka önemli kriter. Bugün birçok ülkede ve kentte "sıfır atık" politikaları tartışılıyor.
1 Ocak 2005'te yürürlüğe giren Ambalaj ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği, Türkiye'de üretilen ve ithal edilen tüm ambalaj türlerinin, malzemesi ne olursa olsun, kullanımından sonraki durumunun denetim altına alınmasını öngörüyor. Yönetmeliğe göre, tüketicilerin, ekonomik işletmelerin ve satış noktalarının sorumluluk paylaşımını yerine getirmeleri gerekiyor. Yine yönetmelik kapsamında ekonomik işletmelerin sorumluluğu bir yetkilendirilmiş kuruluşa devredilebiliyor. Türkiye'de Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO) bu konuda yetkilendirilmiş kuruluş. Bu yönetmelik, AB direktiflerini de gözeterek Türkiye'nin 2014 yılına kadar geri kazanım hedeflerini belirlemiş. 2005'te plastik ve cam malzemeler için yüzde 32, metal malzemeler için yüzde 30, kağıt-karton malzemeler içinse yüzde 20 olan hedeflerin hepsinin 2014'te yüzde 60'a çıkarılması hedefleniyor. Hedeflere ulaşılamazsa, toplanamayan eksik miktar yüzde 10 arttırılıp bir sonraki yıla ekleniyor. 2 yıl sonunda hedefe ulaşılamazsa hedeflere ulaşana kadar depozito uygulamasına geçiliyor. Üçüncü yıl sonunda yine hedeflere ulaşılmazsa 5 yıllık bir depozito uygulaması kabul ediliyor. Şu an görünen o ki, hedeflere ulaşılsın ya da ulaşılmasın, kullanılan ambalajın büyük bir bölümü çöp dağlarına doğru yol almaya devam ediyor.


Motosikletle köprüden geçmek zor

3 Nisan Pazartesi gününden itibaren Boğaziçi Köprüsü'nden sadece OGS ve KGS sahipleri geçebilecek ve para ödeyerek geçmek mümkün olmayacak. "Takacak yerleri yok" nedeniyle OGS satışı yapılmayan motosiklet sürücüleri ise kartlı geçişin kendileri ve diğer araçlar için trafikte gecikmelere yol açacağından dolayı yeni uygulamadan şikayetçi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 1 Nisan 2006

Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından gişelerde yaşanan gecikmeleri en aza indirmek amacıyla 3 Nisan Pazartesi gününden itibaren İstanbul'daki Boğaziçi Köprüsü'nden parayla geçmek yasaklanıyor. Sürücüler, pazartesiye kadar ya Otomatik Geçiş Sistemi olan "OGS"ye, ya da "KGS" olarak bilinen Kartlı Geçiş Sistemi'ne geçmek zorunda. Aksi takdirde geçiş ücretinin on katı kadar ceza ödeyecekler. Para ödeyerek geçmek isteyenler ise Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ndeki dört gişeyi kullanabilecek.

OGS ve KGS satışlarının son haftalarda 5 kat kadar daha artması sürücülerin yeni siteme kendilerini hazırladıklarını gösterse de, kendilerine OGS satışı yapılmayan motosiklet sürücüleri durumdan şikayetçi. Enduro Motosiklet Kulübü Derneği (EMOK) Genel sekreteri Hakan Erman, "Motosikletler tamamen bu düşüncenin dışında bırakıldı. Takılamaz nedeniyle OGS verilmiyor; KGS'yle geçsinler deniliyor. Halbuki takılabilir, montumuzun bir yerine takılabilir. Ayrıca nereye takacağımız motorcuları ilgilendirir" diyor. Karayolları 17. Bölge Genel Müdürü Yakup Dost ise, "Takabilecekleri bir yer tanımı yok. Ceketlerine takabiliriz diyorlar ama sonra da okunmuyor diyecekler" açıklamasını yapıyor. Sonuç olarak, Ziraat bankası şubelerine giden ve OGS isteyen motosiklet sahipleri, evlerine KGS ile geri dönüyor. Dost, OGS satışlarındaki artışa dikkat çekiyor. Günlük 300-400 olan rakamlar son haftalarda 1500'lerde seyrediyor. Bu güne kadar toplam 620 bin araç OGS abonesi ve 180 bin kişide KGS sahibi olmuş. Otoyol ve köprü geçişlerinde OGS ve KGS kullanımı her istasyon için yüzde 50'lerin üzerinde.

OGS alamayan ancak zorunlu olarak KGS satışlarını arttıran motosiklet kullanıcıları uygulamanın kendilerine getirdiği birçok sorun olduğunu söylüyor. Erman, motosiklet üzerinde dengede dururken aynı anda kartınızı bulup, okutup yerine koymanın hiç de kolay olmadığını ve zaman alacağını söylüyor. Erman, KGS kullanmak için yapacakları işlemleri şöyle sıralıyor: "Önce dengenizi sağlayacaksınız sonra kartlı geçiş ve debriyaj sol tarafta olduğu için ya vitesi boşa alacak ya da motoru durduracaksınız. Eldivenleriniz varsa herşeyden önce onları sonra cüzdanınızı çıkaracaksınız. Kış aylarında kat kat giyindiğimiz için cüzdanınız yağmurluğun altında olacak. Sonra tekrar bu işlemleri yapıp, motoru çalıştırıp gidecekseniz. Acemi biriyseniz, tüm bunları yaparken düşebilirsiniz. Kartınızı düşürürseniz durum daha da felaket. Sırada bekleyenlerin sabırlı olmaları, size kızmamaları, anlayış göstermeleri gerekecek". Motosikletçiler, yeni sistemin geçiş süreçlerini uzatacağını ve bu kararı alanların tüm bunları bilmediği ve motosiklet kullanıcılarını azınlık olarak görüp şikayetlerini dikkate almadıklarını düşünüyor.

"Gişede beklemeler yüzünden bizi ittirenler bile oluyor diyen" EMOK Yönetim Kurulu Üyesi Şahin Şair ise, doğru olan köprü geçişlerinden motosikletlerin muaf tutulması diyor. Otomobillerle aynı ücretleri ödememek için açılmış olan bir dava da var. Karayolları dava sonucuna göre motosikletler için yeni bir düzenleme yapmaya hazırlanıyor. Öte yandan da pazartesi sabahından itibaren tüm köprü girişlerinde yapılacak uyarı levhalarını hazırlıyor.

Avrupa Birliği'ne giden yol Bergama'dan mı geçiyor

Bergama'da siyanür liç yöntemiyle altın çıkarılmasına karşı mücadele eden köylüler geçtiğimiz gün ikinci tazminat davasını da kazandı. Türkiye, 315 köylüye toplam 945 bin euro tazminat ödeyecek. Bin 479 köylünün açtığı dava sırada, 10-15 bin kişinin de dava açma olasılığı var. Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden ihraç edilmesi de olanaklar dahilinde.

Özgür Gürbüz - Analiz / Nisan 2006 *

Dünyanın en ünlü tarihçisi Heradot bir daha Bergama'dan geçse, herhalde "siyanürlü altına" karşı mücadele eden "Hopdediks" lakaplı Bayram Kuzu ve arkadaşlarının mücadelesini de notları arasına yazardı. Nereden bakarsanız bakın, Bergama'da "bir avuç köylü"nün başlattığı hareket, Türkiye'nin en uzun soluklu çevre hareketlerinden biri oldu ve olmaya da devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Türkiye'ye verilen toplam 945 bin euro'luk ceza son olmayacağa benziyor. Köylülerin avukatları, Türkiye madeni çalıştırma konusunda ısrar ederse, Avrupa Konseyi'nden bile ihraç edilebileceğini söylerken, yüzlerce köylü de tazminat talebiyle dava açmaya hazırlanıyor.

Bergama'daki çevre hareketinde bu AİHM'nin köylüler ya da çevreciler lehine verdiği ilk karar değil. Bir başka örnek de, 2004 yılında alınan ve artık Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın'ın adıyla anılan tazminat kararı. Gerekçesi özel yaşama saygı ve adil yargılama haklarının ihlali olan "Sefa Taşkın Kararı" aslında bu son kararın ve muhtemelen önümüzdeki günlerde sonuçlanacak bin 479 köylünün başvurusu sonucu çıkabilecek diğer kararın habercisiydi. AİHM için emsal kararlar arasına giren bu karar ilk kez belgeden çok risk tehlikesine dayanılarak alınmış bir karar olarak tarihe geçti. İzmir Barosu eski Başkanı Avukat Noyan Özkan, bu kararla AİHM'nin çevre koruma konusunda muhafazakar tutumundan sıyrıldığını söylüyor. Özkan, "Eskiden sebep sonuç ve nedensellik bağı aranıyordu. Toz, duman dediğinde doktor raporun var mı diyordu. Bu davada özellikle o yöredeki siyanür liç yöntemiyle yapılan maden işletmesi ve kimya tesisinin, yeraltı sularına karışma; havada, toprakta ve yakın çevrede yaşayan insanların sağlığını etkileme riski gözönüne alındı" diyor.

Tazminatları kim ödeyecek?
Şu ana kadar verilen 1 milyon euro'yu geçen tazminatlar ve sırada bekleyen yüzlercesi bu tazminatların kim tarafından ödeneceği sorusunu da akla getiriyor. İlk planda Maliye Bakanlığı bu tazminatları ödemekle yükümlü merci olarak ön plana çıksa da, Özkan başka bir noktaya dikkat çekiyor: "Alınan kararları uygulamayan, gereğini yerine getirmeyen herkes, ilgili bakanlar, müsteşarlar, genel müdürler, Dışişleri, Çevre ve Orman Bakanlığı, Başbakanlık Müsteşarı, ilgili valiler, İl İdare şube başkanları kişisel olarak sorumludur. Ağır kişisel kusurları nedenleriyle Maliye Bakanlığı, hazine zararına yol açan bu rakamların rücuen tahsili için talepte bulunmak ve ödenmediği takdirde dava açmak zorunda". Benzer bir dava açabilecek 10-15 bin kadar daha kişi olduğunu söyleyen Özkan, 2004'ten beri yetkilileri uyardığını, AİHM kararı uygulanmadığı sürece bu tazminat davalarının sırayla geleceği ve zararın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının cebinden çıkacağını söylüyor.

Altının çoğu takılar için (Ah şu beşi bir yerdeler!)
Bugün dnyada çıkarılan altının yüzde 80'i günlük hayatta kullandığımız mücevherlere dönüşüyor. Mücevher talebi ve altın cevherlerine ulaşmak için derinlere inilme zorunluluğu altının fiyatını ons(35,274kg.) başına 563 dolara kadar yükseltti. Ekim 2005'te bu rakam 500 dolarlarda seyrediyordu. Gelişmiş ülkelerde arttırılan standartlar da maliyetleri yükselten bir başka etken. 1 ons altın için 30 ton kaya-toprak kazılıyor. Amerika Çevre Koruma Ajansı'nın hesaplarına göre, ABD'deki tüm metal endüstrisinin madenlerinin rehabilitasyonu için 54 milyar dolarlık bir bütçeye gerek duyuluyor. Altın çıkarma işi de yüzeye yakın madenlerin tükenmesiyle giderek zorlaşıyor. Bugün, altının yüzde 70'i gelişmekte olan ülkelerde çıkarılıyor. New York Times'ta yayınlana bir makalede bunun nedeni olarak 2 etken gösteriliyor. Gelişmiş ülkelerdeki kaynakların tükenmesi ve çevrecilerin daha çok benimsediği sav olan, gelişmekte olan ülkelerdeki çevre standartlarının daha düşük olması. Doğru orantılı olarak Peru ve Guetamala gibi ülkelerde altın madeni sahibi şirketlere karşı protestolar oluyor. Dünya bakır üretiminde 3, altın üretiminde 6. olan Peru'nun hükümete bağlı Ulusal Çevre Konseyi, kapanmış madenlerin rehabilitasyonu için 1 milyar dolara ihtiyaç olduğunu söylüyor. Madenciler zaten bu konuda gerekli harcamaları yaptıklarını söyleyerek daha fazla para aktarmak istemiyor. Peru hükümeti ise lisansların daha kolay askıya alınacağı bir yasayla bu resti görmeye hazırlanıyor. İş yasalarla sınırlı kalsa iyi. 16 Mart 2006'da Papua Yeni Gine'de Amerika kökenli Freeport Madeni'ne karşı ayaklanan öğrenciler, 3 polis ve 1 askeri sopalarla döverek öldürdüler. Yerli halkla güvenlik güçlerini sık sık karşı karşıya getiren madenler konusu Yeni Gine'nin kaçak ağaç kesimiyle birlikte en büyük çevre sorunlarından birini oluşturuyor. 2001 yılında Papua Yeni Gine'de Avustralya merkezli BHP Billiton, oldukça karlı bir maden olan Ok Tedi madenini sürpriz bir kararla satmış ve İki bin 400 hektarlık yağmur ormanını yok ettikten sonra madenin kendi çevre standartlarına uymadığını söylemişti. Bu da pek çok kimseyi yine çileden çıkardı.

Hopdediks ve Asteriks'in bitmeyen mücadelesi
Türkiye'de kendilerine "Gandi" tarzı sivil itaatsizliği eylem biçimi olarak seçen köylüler ise yaklaşık 10 yıldır yaptıkları eylemlerde de şiddetsizliğe büyük oranda sadık kaldılar. Geçtiğimiz yıllarda hayata gözlerini yuman Bayram Kuzu, iriyarı gövdesi ve çizgili pijamasıyla "Hopdediks" olarak anılırken, yanında kısa boyu ve pos bıyığıyla Asteriks gibi kalan Oktay Konyar, yaptıklarının şiddetsiz bir demokratik tepki hakkı olduğunu söylüyor. Bergamalılar, yol kapatmayla başladıkları eylemlerini, 1996 yılının Aralık ayında yarı çıplak Bergama sokaklarında dolaşarak Türkiye'nin gündemine taşıdılar. 1997'de sekiz köyde sandık kurup referandum yaptılar. 2 bin 886 köylünün neredeyse tamamı madene hayır oyu attı. Yapılan protestolar içinde en serti ise 2005 Haziran'ında yaşandı. Bergama'nın Ovacık köyündeki madende çalışanlarla karşı karşıya gelinen protestoda taş ve yumurtalar havada uçuştu. Tüm bu eylemler, geçen 10 yıl içerisinde dikkatleri hep Bergama'nın üzerinde tuttu. Moğollar Grubu onlar için bir şarkı bile yaptı. Birçok kişi altın alyanslarını terk etti.

Konyar, mücadeleye başladığında 47 yaşındaydı şimdi ise 63. Devletin tazminat ödemesinden memnun olmasa da söz konusu olan insan sağlığı diyor ve önemli olanın halkın kazanması olduğunu söylüyor. Koza Altın İşletmeleri A.Ş. Yönetim kurulu Başkanı H. Akın İpek ise alınan son kararın madenin çalışmasına etki eden bir unsur olmadığını söylüyor. Akın, "Ovacık Altın Madeninin Koza Altın işletmeleri A.Ş tarafından satın alınmasından sonra , tesbit edilen eksikler, ÇED raporu dahil giderilmiş, tüm gereklilikler yerine getirilerek Gayri Sıhhi Müessese İşyeri Açma Ruhsatı alınmıştır. Bu nedenle İnsan Hakları mahkemesinin aldığı karar eski döneme ait bir karar olup Koza Altın İşletmeleri Ovacık Altın Madeni’nin çalışması ve yeni aldığı izinlerle alakalı değildir. Üretim sorunsuz ve kesintisiz devam etmektedir” diyor. Akın ayrıca alınan yeni kararın bir önceki tazminat kararının bir devamı olduğunu ve bu tazminatın da madenin daha önceki sahibi Normandy Madencilik A.Ş. döneminde oluşmuş bir zarardan değil, Bakanlar kurulunun aldığı prensip kararında ÇED raporu yerine TÜBİTAK raporunu baz alması nedeniyle idari işlemdeki usül hatasından kaynaklandığını söylüyor.

Avukat Noyan Özkan ise bu ilk 10 davada AİHM, hem 1997'de alınan Danıştay kararının uygulanmamasından hem de yörede yaşayan köylülerin özel ailevi yaşamlarının ihlalinden karar veriyor diyor. Bu kararı verirken de aynen Danıştay'ın gerekçesine iştirak ettiğini birkaç kez vurguladığını ve bu madenin coğrafi ve jeolojik konumu itibarıyla yörede yaşayan insanlara risk teşkil ettiği hususunda karar verdiğini söylüyor. 1997'deki bu karar ÇED olumlu belgesini iptal etmiş ve madenin çalışması zorlaşmıştı. Yine çevre avukatlarına göre karardan sonra yapılan tüm inşaatlar yasal değil. AİHM'de Danıştay kararına rağmen çalıştırılmasını neden gösteriyor. Bu durumda maden çalıştıkça tazminatlar da devam edecek diyor Özkan. Bergama'dan göçeni de, psikolojik tedavi göreni de var. Tüm bunlar bir "beşi bir yerde" için mi diye soramadan edemiyor insan.


"Türkiye Avrupa Konseyi'nden çıkarılır"
Av. Noyan Özkan
İzmir Barosu Eski Başkanı
Madenin adı Eurogold'tu, Newmont'tu Koza'ydı hiçbir şekilde farketmez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesi, taraf olmuş devletler, taraf oldukları davalarda mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler ve bu konuda Bakanlar Komitesi görevlendirilir diyor. Türkiye 46. maddeye aykırı davranıyor ve biz Türkiye'yi şikayet ettik. Sefa Taşkın davasının mahkeme kararının içinde "Burada vatandaşlara ağır risk vardır" şeklindeki hüküm Türkiye'de uygulanmadığı ve maden işletmesi çalışmaya devam ettiği için. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne yaptığımız başvurumuz incelemede. Oradan da yakında karar çıkacak. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, sen bu kararın içeriğini tam olarak uygulamadın, madenin çalıştırılması bu kararın içeriğine aykırı derse, Türkiye o karara uymak zorunda yoksa Avrupa Konseyi'nden çıkarılır. Türkiye'nin insan hakları ve çevre açısından presitiji Bergama kararını uygulamamakla paramparça ediliyor. Yapılması gereken Çevre ve Orman Bakanlığı'nın bütün verdiği izinleri hemen geri alması. Kimsenin bir tazminat talep etmesi de söz konusu değil. Türk Ticaret Hukuku'na göre, basiretli ve tedbirli bir tüccar gibi davranmak ve onlar da mahkeme kararlarına uymak zorunda.

Koza altın madenlerini satın alıyor
Koza Altın İşletmeleri A.Ş.'yle madencilik işine giren Koza Davetiye, Mart 2005'te Ovacık madenini 44,5 milyon dolara Newmont firmasından satın aldı. Beş ay sonra, Ağustos 2005'te ise yine Bergama'nın eski sahiplerinden Normandy firması ve Dedeman Madencilik tarafından kurulan Gümüşhane'deki Mastra altın madenini satın aldılar. Bu iki maden alanında toplam 7, tüm Türkiye çapında ise 38 adet ruhsatlı altın sahasına sahip olan Koza, en son olarak da Kasım 2005'te yine protestolara neden olan Balıkesir Küçükdere ve Eskişehir Kaymaz madenlerini de TÜPRAG şirketinden 5 milyon beş yüz bin dolara alarak altın madenciliğindeki atılımlarını sürdürdü. Bergama, Gümüşhane, Eskişehir ve Balıkesir'deki madenlerdeki altının değerinin 1,5 milyar dolara yakın olduğu tahmin ediliyor.

Moğollar Şarkı yaptı:

ÖLÜLER ALTIN TAKAR MI?
Yamaçlarda zeytin büyü, dallarında siyah altın
Ovasında tütün uyur, uyanınca sarı altın
Buğday eken altın biçer, pamuk desen beyaz altın
Çamurunda güzellik var, Kleopatranın pudrası
***
Bakırçay bu yediveren, almasını bilenlere
Ağaç kesip dağ delersen, uyanır uyuyan tanrılar
Referandum ettik gari, madenciye güle,güle
Siyanürü duyduk hele, ölüler altın takar mı?
***
Bergamaya yolun düşsün siyanürcü şirket duysun
Gördüğün dünya cenneti, sahipsiz toprak sanmasın
Gittim gördüm Bergamayı, sordum duyduğum belayı
Yüzler yere düştü ama umuduyla birlikteydi.
***
Siyanürcü güle, güle
Ölüler altın takar mı?

Söz: MANSUR BALCI
Müzik: TANER ÖNGÜR

Siyanür Liçi yöntemi nedir?
Yerüstü ve yeraltı madenlerinden çıkarılan cevher bir süre depolandıktan sonra kırıcılara götürülerek kırılır. Kırılan cevher burada öğütüldükten sonra suyla karıştırılır ve çamur kıvamına gelir. Daha sonra sodyum siyanür çözeltisiyle altın ve gümüş çözündürülür, aktif kömür üzerinde emdirilerek çamurdan ayrılır. Daha sonra karbon üzerinden sıyrılan altın ve gümüş elektrolizle katı hale dönüştürülür. Çamur da kimyasal bozundurma tanklarına gönderilir. Çevrecilerin en büyük itirazları iki noktada. Bu işlemler sırasında içerisinde siyanür de dahil olmak üzere birçok ağır metalin kaza sonucu doğaya karışması. İkincisi de atık barajlarında meydana gelen büyük çaplı sızıntılar. Aşırı yağış ve kar erimesinden dolayı 2000 yılında Romanya'nın Aurul madeninden taşan atık barajından yayılan ağır metaller, Tuna Nehri boyunca ilerlemiş ve Macaristan, Sırbistan ve Romanya'yı da etkilemişti. Geride 300 ton ölü balık ve 20 milyar dolarlık bir fatura bırakmıştı.


Hayri Öğüt
Koza Altın İşletmeleri
İnsan Kaynakları ve Halkla İlişkiler Müdürü

Hukuki ve çevre koşulları anlamında örnek bir noktadayız
Bu son karar bizi dolaylı yönden ilgilendiriyor. Ovacık madeni Eurogold zamanında yönetmeliğe tabi olmadığı halde bir ÇED raporu hazırlamış ancak Danıştay Çevre Bakanlığı'nın olumlu görüşünü iptal etmişti. Kararda, "olası risk faktörlerinin giderilip giderilmediğini tespiti yapılmadıkça izin verilmesinde kamu menfaati yoktur" denmişti. O dönemde deneme üretimi izni vardı. TÜBİTAK, bu risklerin giderilip giderilmediği için bir rapor hazırladı, Bakanlar Kurulu da bu rapora dayanarak prensip kararıyla madenin çalışmasına izin verdi. Bu süreçte 10 köylü AİHM başvurdu ancak maddi ve manevi tazminat taleplerinden sadece manevi talepleri (3 bin euro) kabul edildi. Arkasından başvuru yapan üç yüz köylünün talebi de kabul edildi; bu eski davanın bir devamıdır. Sırada bekleyen 1400 vekalet içinde bile madeni destekleyen kişiler var. Köylü, her birinize 3-4 milyar para gelecek deyince vekalet verdi. Madene olan desteğinin kendisine bir çıkar getirmediğini gören bir grup da var.
Koza madeni devraldığında Yönetim Kurulu başkanı Akın İpek'in bize çok net bir talimatı oldu. İpek bizlere, bu madenin çalışmasında Türkiye'nin imajını zedeleyecek hukuksal, çevresel ve yasal anlamında hiçbir eksikliğinin olmasını istemiyorum dedi. Bunun üzerine biz yeni yönetmeliğe uygun ikinci bir ÇED raporu hazırladık. Tekrar imar planları hazırladık, oturma ve inşaat ruhsatları aldık. Yeni çıkan Özel İdareler Yasası'na göre de 1. sınıf Gayri Sıhhi Müesseler (GSM) işyeri açma ve çalışma ruhsatı aldık. Gelinen noktada AİHM'in isteklerini de yerine getirmiş oluyoruz. Hukuka rağmen çalışan değil tüm yasal gereklilikleri yerine getirerek çalışan bir madeniz. Usul hatası olarak adlandırılan her türlü eksiği giderdik. AİHM'nin kararı ülkeye zarar vermek için alınan bir karar gibi geliyor bana. Biz eğer Bakanlar Kurulu kararıyla çalışmaya devam ediyor olsaydık, GSM ruhsatımız olmasaydı, AİHM'nin madeni kapatma konusunda da talebi olabilirdi. Şu an böyle birşey söz konusu değil. Hukuki ve çevre koşulları anlamında en kuvvetli noktadayız. Biz, AİHM'nin istediklerini de yerine getirdik.

* Bir bölümü Referans Gazetesi'nde yayınlandı.