sel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ordu'da selin sorumlusu kim

Özgür Gürbüz/8 Ağustos 2018

Ordu'da yaşanan felaketin ardında onlarca neden var. Yanlış yapılaşma, afetlere hazırlıksızlık, rant için betona gömülen dere yatakları ama bir neden var ki tüm bu hataların sonuçlarını daha da ağırlaştırıyor. O da İklim değişikliği. 

İklim değişikliğini durduramazsak yağışların eskisine oranla daha sık, daha şiddetli ve alışılmadık zamanlarda meydana geleceğini bilim bize yıllardır söylüyor. Söylenen oluyor. Peki, Türkiye iklim değişikliğini durdurmak, uyum sağlamak için ne yapıyor? Kayda değer hiçbir şey...

Paris Anlaşması'nı onaylamayan ülke kalmadı. 197 imzacının 179'u onayladı, kalan 18 ülkeden bir Türkiye. Kömür, petrol ve doğalgaz bu işin sorumlusu, Türkiye adeta Ordu'da, Rize'de, Samsun'da daha fazla felaket olsun der gibi durmdan kömür santralı açmaya çalışıyor.

Petrol tüketimini azaltmak lazımken otoyol, duble yol, köprü gibi petrol tüketimini artıracak politikalar marifetmiş gibi anlatılıyor. Havayolu ulaşımı keza öyle. Sonuçta seragazı emisyonları her yıl artıyor. #İklimKrizi bir gün o şehri, yarn başka şehri vuruyor.

Çözüm enerjiyi daha verimli kullanmak. Kömür, doğalgaz ve petrol gibi ithal kaynak yerine yerli, rüzgar ve güneş gibi kaynaklara yönelmek ama iki sözünden biri milli olanlar tam tersini yapıyor. Tek söyledikleri, falanca yılda görülmeyen yağış. Kadercilikle hatalarını gizliyorlar.

Bilim bunların olacağını, nasıl durdurulacağını veya önlem alınacağını da söylüyor ama dinlemiyorlar. İnsanlar sizin yüzünüzden acı çekiyor. Kurdelesini kestiğiniz her temik santral, açtığınız yol, betona boğduğunuz kentler yüzünden Ordu'yu bugün sel alıyor. #SorumluSizsiniz

Fırtına ile kuraklık arasında sıkışan Türkiye

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Ocak 2018 

Geçtiğimiz hafta neredeyse tüm ülke aşırı hava olaylarının etkisi altındaydı. İstanbul ve İzmir’i fırtına vurdu, sel baskınları yaşandı. Antalya’da fırtına ağaçları söktü. Önümüzde ise kuraklık tehlikesi var. Ülkenin batısı için aynı şeyi söyleyemesek de, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün son 12 aylık kuraklık analizlerine göre, Şanlıurfa’da, Erzurum ile Ağrı arasında kalan bölgede, Kırşehir’in kuzeyinde ve hatta Ordu’nun bir bölümünde olağanüstü bir kuraklık yaşanmış. Gaziantep, Maraş, Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Muş, Antakya, Kilis, Mardin ve Kayseri’nin doğusunda da çok şiddetli kuraklık görülmüş. İklim krizi büyüyor, ülkenin batısını fırtına ve sellerle, doğusunu kuraklıkla vuruyor. Bilimsel tahminler doğru çıkıyor.


İklim değişikliğinin insan etkisiyle olduğunu biliyoruz. Geçmişte gezegenin yaşadığı ısınma ve soğumalarla akıl karıştırmaya çalışanlar artık ortada yok. On binlerce yılda meydana gelen bir ısınma ya da soğumadan bahsetmiyoruz. Sanayi devrimiyle değişen enerji tüketiminden, kömür, petrol ve doğalgazın kullanımıyla artan seragazı emisyonlarından ve bunun sonucunda ortalama sıcaklığı 1 dereceden fazla artmış bir gezegenden bahsediyoruz. Her şey son 100-150 yıl içinde oldu. Bunu da bize, Türkiye’nin de üyesi olduğu Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) söylüyor. 195 ülkeden bilim insanlarının bir araya geldiği IPCC, iklimin yüzde 95 olasılıkla insan kaynaklı değiştiğini, ortalama sıcaklık artışının da 1,5 dereceyi geçmemesi gerektiğini söylüyor. Söylüyor ama dinleyen var mı belli değil.

Zaman daraldıkça IPCC uyarılarını artırıyor. Ekim ayında özel bir raporla, 1,5 derecelik sınıra ne kadar yaklaştığımızı açıklayacaklardı. Bu rapor geçen hafta basına sızdı. IPCC, “bu son hali değil, değişebilir” dese de görünen köy kılavuz istemez. 1,5 derecelik hedefe ulaşmak artık çok zor. İpin ucu kaçmak üzere.

Kaçarsa geriye 2 derecelik politik hedef kalıyor. 2 derecelik hedefi, bir bedel ödemeyi kabul edip, sonuçlarını kestiremeyeceğimiz felaket senaryosundan önceki son eşik şeklinde tanımlayabiliriz. İki dereceyi aşarsak hava tahminlerini falan unutun. Tahmin edemeyeceğiniz fırtınalar, sıcaklıklar bizleri bekliyor.

Çözümü defalarca yazdık, siz de biliyorsunuz. Daha az tüketen, enerjisini kömür, petrol ve doğalgazdan almayan bir dünya kurmak zorundayız. Gel gör ki ülkede gündem başka. Paris Anlaşması’nı onaylamamış, kömüre teşvik veren bir Türkiye var önümüzde. “Para verirseniz onaylarım vermezseniz onaylamam”a sıkışmış kaderimiz. Halbuki, ne gelecek para Türkiye’yi bambaşka bir ülke yapacak büyüklükte ne de Türkiye’nin mevcut iklim hedefleri böyle bir mali desteği haklı kılacak nitelikte. Kamuoyu ise uzaktan izliyor durumu. Kyoto tartışmalarındaki yanlış algı hükmünü sürdürüyor. Kömür ve petrol ve doğalgazda boğazına kadar dışa bağımlı Türkiye’nin, bunların yerine yerli ve yenilenebilir kaynakları kullanmasının ekonomisini olumsuz etkileyeceğini sanıyor. Mantıksızlık diz boyu.

Görünen o ki, fosil yakıt imparatorluğunun bir parçası olmaktan vazgeçmenin kısa vadede getireceği fatura ile uzun vadede iklim krizinin yaratacağı hasarın faturasını karşılaştırmak için detaylı ekonomik çalışmalara ihtiyacımız var. Kuraklığın bedelini, doluların vereceği hasarı, su baskınlarında yitireceğimiz can ve mal kaybını her bir derecelik artış için hesaplamalıyız. Bunun üstüne de, iklim göçmenleri, sıcak hava dalgaları nedeniyle ölecek insanları, kuraklık yüzünden kendini yakacak çiftçileri, kaybedeceğimiz bitki ve hayvan türlerini koymalıyız ki hesabın fon hesabı değil, can hesabı olduğunu herkes anlasın.

İklim değişikliği ve Hopa

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Ağustos 2015

Hopa’da insanlar öldü. Kader değil, şansızlık değil. Bu ülkeyi yönetenlerin ihmali yüzünden öldüler. Tırlar, evler hep bu ülkeyi yönettiğini iddia edenlerin basiretsizliği nedeniyle sular altında kaldı. Verdiğimiz vergilerle yapılan yollar, okullar ve hasar gören tüm altyapı yatırımları yine bu vurdumduymazlık, bilim tanımazlık ve para hırsı yüzünden sel altında kaldı.

Petrol, kömür ve doğalgaz kullanarak azdırdığımız küresel iklim değişikliği konusunda yapılan uyarılar bize şunu söylüyordu. Aşırı hava olayları (şiddetli fırtınalar, kuvvetli yağışlar gibi) ve bunların sonucunda meydana gelen sel ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artacak. Kurak günler oluyorsa daha uzun sürecek, kuraklığın şiddeti artacak. Yağmur yağıyorsa, bildiğin gibi yağmayacak, hemen yağıp durmayacak. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “500 yılda vuku bulacak büyük bir taşkın meydana geldiğini” söylüyor. Bu bahane değil elbette. Olabilecek en büyük felakete hazır kentler yapmak zorundayız. İkinci yapacağımız iş de iklim değişikliğini durdurmak. Durdurmazsanız 500 yılda bir olacağını düşündüğümüz felaketler karşımıza daha sık ve daha da şiddetlenerek çıkacak.

Yazılanlar çizilenler doğruysa, Hopa’ya metrekare başına 255 kilogram yağış düşmüş. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, bugüne kadar Artvin’e düşen, günlük toplam en yüksek yağış miktarı 93 kg. O da 1989’da olmuş.

Beşi TOKİ konutlarında olmak üzere, 13 kişinin öldüğü Samsun’da 13 kişinin canını alan sel felaketini hatırlayın. 7 Ağustos 2012’de Samsun’da metrekareye 116 kg yağış düşmüştü[1]. 9 Ağustos 2013’te Samsun’u yine sel bastı. Can kaybı olmadı ama yağış miktarı bu defa çok daha fazla, 205 kg’dı[2]. 1967’deki 238 kg’lık rekora yaklaşan bir rakam. Gördüğünüz gibi 100 yılda, 500 yılda bir olur dediğiniz felaketler arka arkaya gelmeye başlıyor. Tüm bu veriler, Hopa ve Samsun’daki felaketlerin sorumlusu iklim değişikliğidir demek için elimizi güçlendiriyor. Bilimsellik sınırlarında kalmak isterseniz, daha uzun süreli verilere bakmadan kesin konuşmak istemeyebilirsiniz ama görünen köy kılavuz istemez.

Sel suları altında kalmayı, sıcak hava dalgalarına kurban gitmeyi, ürünlerini kuraklık yüzünden yakmayı fıtrat, kader kabul etmeyenler için yapılacak tek bir şey var. İklim değişikliğini durdurmak. Bunun için de her dökülen betonu icraat, her açılış törenini marifet kabul eden şakşakçılığı bırakmak gerekiyor.

Açılan her kömür santralinin yeni sellere neden olacağını bilmeliyiz.

TOKİ’nin, inşaat şirketlerinin yaptığı her yalıtımsız, plansız, kendi enerjisini üretmeyi hesaba katmamış konut projesinin, kurak yazlara davetiye çıkaracağını görmeliyiz.

Sizi toplu taşıma yerine otomobile, uçağa yönlendiren her köprü, havalimanı ve otoyol projesinin, annemizin, babamızın kalbini durduracak, beyin kanaması geçirmesine yol açacak sıcak hava dalgalarına yol açacağını bilmeliyiz. 

Topluma ve çevreye verdiği zararlar hesap edilmediği için “ucuz” diye adlandırılan, enerjiyi adeta içer gibi tüketen sanayi yatırımlarını baş tacı ettiğimizde, tarlalarımızı doluya, susuzluğa mahkum ettiğimizi anlamalıyız.

Köprülü kavşaklarla, beton duvarlar ve parkların üzerine kondurulan alışveriş merkezleriyle gelecek nesilleri açlığa ve göçe mahkum ettiğimizi kabul etmeliyiz. 

İklim değişikliğini durdurmaya çalışırken bir yandan da şimdiye kadar vermiş olduğumuz destek nedeniyle karşımıza çıkacak aşırı hava olaylarına karşı da hazırlanmalıyız. Derelerin önüne Karadeniz Sahil Yolu gibi setler çekmemeliyiz hatta cesaretimizi toplayıp o yolu yıkmalı, doğru yere yenisini yapmalıyız. HES’leri ciddi denetim altına almalı, kentlerdeki yapılaşma izinlerini bir rant aracı olmaktan kurtulmalıyız.

 “Yapar” gibi yaparak, haklı eleştirilere “onlar konuşur” diyerek kulak tıkayanlar, kaybedilen canların, mal kaybının ve acıların bir numaralı sorumlusudur. Tüm dünyanın gördüğü, bildiği ve durdurmaya çalıştığı iklim değişikliği sorununu görmezden gelenler de iki numaralı sorumlu olmaya adaylar.

[1] http://bit.ly/1Jq06ar
[2] http://bit.ly/1NY66II