dava etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dava etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Muhalefetin ilacı dava siyaseti mi?

Özgür Gürbüz-BirGün / 31 Ocak 2024

Herhalde sizde benim gibi siyaset arenasında bir orada bir burada olan siyasetçilere bakıp şaşırıyorsunuz. Seçimden seçime parti değiştirenler kadar, aday gösterilmediğinde partisinden istifa edip, eski partisine demediğini bırakmayanlar da beni şaşırtıyor. Kendileri farklı bir yöntemle seçilmiş gibi, yeni tercihleri beğenmiyorlar. Bu davranışların temelinde ilkesizlik yatıyor.

Siyasetin ticarete döndüğü günümüzde, merkezdeki partilerde “dava siyaseti” yapan kalmadı. Daha çok sağ siyaset literatüründe rastladığımız bu kavram, ideal ya da ülkü demek. Arapça bir kelime. Yunanca karşılığı ‘ideal’. Sağ siyaset için kâğıt üstünde ülküden bahsetmek mümkün. Gerçekte ise kamu kaynaklarının, iktidarın ülküdaşlarına peşkeş çekilmesinden başka bir şey görmedik. Türk milliyetçiliğini savunan MHP’nin Hüdapar ile aynı koalisyonda olması dava siyasetinin sağ cenah için bittiğine dair herhalde en çarpıcı örnek. Hiç yoktu ki diyenleri de duyuyorum.

İşin merkez sol tarafı ne kadar farklı, ilkeler ve prensipler ne kadar yerli yerinde; o da tartışmalı. Oy oranları arttıkça siyasetin daha az ilkeyle yapıldığına tanıklık ediyoruz. Muhalefetin elbette hâlâ bir hatta birden çok amacı var. İktidarı tek adam yönetiminden almak, demokrasiyi güçlendirmek, Meclis’i yeniden işler kılmak gibi. İlkesiz ve idealleri (misyonu) olmayan bir hareketle bu amaçlara ulaşmak mümkün görünmüyor. Yıllardır patinaj yapılmasının nedeni de bu.

İktidar olmak için ‘dava partisi’ olmak gerekmez elbette. AKP bazen bir dava partisini anımsatsa da daha çok oportünist bir çizgide ilerledi. İktidara geldiğinde bir dava partisi değildi. Herkese gülücükler saçan, tek amacı iktidarın nimetlerini ele geçirmek olan bir partiydi. Daha sonra Gülencilerle birleşerek kendisine ‘laik orduyu’ ortadan kaldırmayı dava edindi. Liberallerin bazıları bu dava uğruna AKP’ye her istediğini verdi. Ordu etkisizleşince liberaller ve Gülencilerle vedalaşıldı. Tek adam yönetimiyle, padişahlık benzeri bir davayı güdenlere yaklaşıldı, aslında bu da ticari işlerin, kamunun ele geçirilmesini kolaylaştıran bir araçtı. Kürtlerle yollarını ayırdı. Bu da onları milliyetçilere ve onların davasına yaklaştırdı ve iktidarda kalmak için gereken oy desteğini aldı. Ümmetçilerin davasını da kapsar gibi görünmek için en son adımı tarikatları içine almak oldu. Devletin İslamlaştırılmasını isteyen tarikatlara Ayasofya’dan milli eğitime ve şeriat çağrılarına kadar verilen tavizler de bu davaya inananları AKP çatısı altında tutmaya yarıyor. Birçok davaları olduğunu da düşünebilirsiniz, ticaret dışında bir davaları olmadığını da.

Muhalefetin ise henüz sıkı sıkıya sarıldığı bir davası yok. Yaşam tarzı üzerinden kurulan birlikteliğin, daha geniş bir perspektifle, laiklik üzerinden bir davaya dönüştürülmesi mümkün. Söylemden öte, bu idealin yeniden tasvir edilmesi gerek. Yelpazenin solundaki Kürtler, emek hareketleri ve özgürlükçüler de laiklik davasından çok uzakta değiller. Bu hareketlerin, daha demokratik bir ülke idealini misyonlaştırmaları ve kitleleri tek bir amaç uğruna birleştirmeleri için laiklik bir birliktelik ideali olabilir. Demokrasinin olmadığı bir ülkede, özgürlüklerden de işçi haklarından da bahsedemeyiz. Ekonomiyi tüketim toplumunun prangalarından kurtarıp, daha az çalışarak, daha iyi paylaşarak yeşil bir dünya yaratmak da tüm dünyada hızla kabul gören ideallerden biri. Bu da bir veya birkaç partinin ideali olabilir.

Dava siyasetinin birkaç önkoşulu var. Siyasi partilerin siyasi iktidarı hedefledikleri ve üyelerinin birçoğunun da siyaseti bireysel çıkarlar için yaptıklarını görüyoruz. Dava siyaseti ise bunun tersini gerektiriyor. Partiler, yetiştirdikleri yöneticilere koltuğu bırakmayı öğretmeli; bu konu parti içi eğitimin bir parçası olmalı. Bunun birçok yolu var elbette ama bir tanesi parti içinde alınan tüm görevlere rotasyon şartı getirmek olabilir. Yönetici başarılı da olsa koltuğunu belli bir süre sonra yoldaşına bırakıp, arka planda kalmayı, ona destek olmayı öğrenebilir, partisine ve ideallerine her kademede hizmet etmenin değerini anlayabilir.

Bu kültürle yetişmiş partililer, günü geldiğinde makamlarını devretmeyi daha rahat kabullenebilir. Yıkıp dökmeden ilke ve idealleri için üye olduğu partilerde hizmet etmeye devam ederek, topluma siyaseti kişisel çıkarları için yapmadıklarını gösterebilirler. Davanın zaferi için önce kaybetmeyi ya da bırakmayı öğrenmeliyiz. Sağ ile sol siyaset arasında bir farka ihtiyaç var. Belki de bizi iktidara götürecek olan halkın iki taraf arasındaki ayrımı daha rahat yapmasını sağlayacak bu farktır.

2019 Bartınlı

Özgür Gürbüz-BirGün/16 Nisan 2018

Hattat Holding’e ait Hema Elektrik’in Amasra yakınlarına kurmak istediği kömürlü termik santral projesi aslında tüm ilin, Bartın’ın havasına, suyuna ve toprağına hücum eden bir proje. 1320 megavatlık dev kömür santralının ardında, kömür karası kıyafetleriyle hazırda bekleyen bürokratlar, politikacılar var. Bugün saldırıya geçtiler.

Kömür ordusu hücumda. Hücumdalar hücumda olmasına da termik santralın ÇED iptal davasının görüleceği Zonguldak İdare Mahkemesi’nde onları 2019 Bartınlı bekliyor. Kömürlü santralın ÇED raporunun iptali için dava açan bu 2019 kişi, ellerinde bir hafta önce zeytinlerle buluşturdukları memleket toprağı, yüreklerinde temiz hava ve arkalarında binlerce Bartınlıyla mahkeme salonunu dolduracak. Elektrik için yaşamın kaynağı suyu bile feda etmeye hazır Hema şirketini durdurmaya çalışacak. 300 Ispartalı gibi filmi çekilir mi bilmem ama bu mücadele de tarihe yazılacak.

Bakmayın siz politikacıların, bürokratların arkasında olduğuna. Halkı karşısına alan kömür ordusu Bartın’da zor durumda. Termik santral su olmazsa çalışmaz. Kömürü yakacaklar, suyu ısıtıp buharından elektrik üretecekler. O yüzden de her gün 100 bin Bartınlının su ihtiyacını karşılayan “Kavşak Suyu”nu kullanmak istiyorlar. Şirket, bu suyun arsenik içerdiğini, herhangi bir arıtmadan geçirilmediğini ve Bartın Belediyesi’nin su ihtiyacının sadece yüzde 3’ünü karşıladığını iddia ediyor. Bartın Belediye Başkanı Cemal Akın ise bu iddiaları yalanlıyor. Suyun hem belediye hem de İl Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından düzenli analiz edildiğini, olumsuz bir sonuca rastlanmadığını söylüyor. Cemal Akın, toplam suyun içinde Kavşak Suyu’nun payı yüzde 3 olsa da, 100 bin kişiye sebiller aracılığıyla ulaştırılan ücretsiz bir içme suyu olduğuna dikkat çekiyor. Anlaşılan o ki, gözlerini kapatan isten dolayı yaşamı göremeyenler, Bartınlıların içme suyuna da el koymak istiyor. Bugün görülen davada 2019 Bartınlı sadece zeytinlerini, toprağı, havayı değil, suyunu da savunacak.

Su ile elektrik karşı karşıya geldiğine göre termik sevdalılarına hodri meydan deyip en kritik soruyu soralım: Başka hiçbir yerde bulamayacağınız suyu mu koruyacaksınız yoksa biraz tasarruf ederek, enerjiyi akıllı kullanarak ihtiyaç duymayacağınız şu termik santralı mı? Susuz yaşanmayacağı için elbette her aklı başında insan suyu seçer ama biz yine de şu bilgileri hatırlatalım. Türkiye su fakiri olmaya aday bir ülke. Orman ve Su İşleri Bakanlığı ülkedeki kullanılabilir su miktarının 112 milyar m3 olduğunu söylüyor. 80 milyon olduğumuzu düşünürsek kişi başına düşen yıllık su miktarı 1400 m3. Bu da bizi su stresi yaşayan ülkeler arasına koyuyor. 2030’da nüfus 90 milyon olursa kişi başına düşen su miktarı yılda 1200 m3’lere gerileyecek ve bizi iyiden iyiye su fakiri sınırı kabul edilen 1000 m3’e yaklaştıracak. Bakanlık da bu bilgiyi teyit ediyor. Durum bu kadar ciddi. İklim değişikliği ve suyun kötü kullanımı nedeniyle daha da ciddi olabilir.

Elektrikte ise arz fazlası var. Dağ taş santral doldu, talep sanıldığı gibi “delice” artmıyor. Ülkedeki santralların kurulu gücü 86 bin megavat, en yüksek talep 47 binlerde kaldı. Hedeflenen, lisans almış santralları yapmaya kalksanız 10 yıl sonra kurulu güç iki katına çıkacak ama TEİAŞ’ın 2026 yılı için yaptığı tahminler, o tarihler için en yüksek talebin 68 binlerde kalacağını gösteriyor. Güneş ve rüzgar gibi kömürden daha ucuza elektrik üreten kaynakları yazmıyorum bile.

Şimdi siz karar verin. 2019 Bartınlı gibi suyu korumak için mi mücadele edeceksiniz yoksa ülkenin geleceğini tehdit eden kömür santrallarına karşı dur mu diyeceksiniz? Protestonuzla, sosyal medyadaki mesajınızla, sandıktaki oyunuzla bu kararı sizler vereceksiniz. Ve karar verme günü bugün, yarın çeşmelerden akacak temiz su bulamayabilirsiniz.

Perulu çiftçi Almanya’nın kömür devine karşı

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Aralık 2017

Çocuklukta odamda Metin, Ali ve Feyyaz’ın posterleri vardı. Odama futbolcu posteri asmayalı çok oldu ama yakında duvarımda Saul Luciano Lliuya’nın bir fotoğrafını görürseniz hiç şaşırmayın. Luciano bir futbolcu değil, Perulu bir çiftçi. Dünyanın en büyük enerji devlerinden RWE şirketine karşı dava açmış, çevre hareketinin umut vaat eden hücum oyuncularından.

Luciano hakkında fazla bir bilgimiz yok ama iki ayağından çok kafasını iyi kullandığını görebiliyoruz. Peru’nun Huarez adlı kasabasında yaşadığını, 37 yaşında olduğunu biliyoruz. Elimizde kararlı bakışlarıyla bizi etkileyen bir fotoğrafı var. Huarez kasabası, eriyen buzullar yüzünden taşma potansiyeli olan bir göle ev sahipliği yapıyor. Luciano, Almanya’nın elektrik talebinin üçte birini karşılayan RWE’den kendisi için 6 bin 384 avro tazminat talep ediyor. Su baskını tehlikesine karşı evini korumak için harcadığı paraya karşılık. RWE’yi Luciano’dan daha iyi tanıyoruz. Denizli’de Turcas Enerji ile birlikte işlettikleri 800 MW’lık bir doğalgaz santralları var. Dünyada sahip oldukları santralların kurulu gücü ise 40 bin megavatı (MW) geçiyor; Türkiye’nin tüm kurulu gücünün yarısı kadar. Almanya’da üretilen elektriğin üçte birini bu şirket sağlıyor. Kömür, doğalgaz ve nükleer santral öncelikleri.

Yapılan hesaplara göre, şu ana kadar atmosfere bırakılmış, iklim değişikliğine yol açan seragazlarının yüzde 0,5’inden RWE sorumlu. O yüzden de Luciano, RWE’den kasabasını buzulların erimesiyle taşacak göl sularından korumak için gereken masrafın yüzde 0,5’ini (17 bin avro) karşılamasını istiyor. Sorumlu sizsiniz, bedelini ödeyin diyor. Almanya’daki Germanwatch adlı çevre örgütü de onu destekliyor. Luciano davayı kazanır mı göreceğiz ama Almanya’daki mahkemenin dava talebini kabul edip, Perulu çiftçiyi dinlemeye karar vermesi herkes tarafından bir milat kabul ediliyor. Bu davanın, gelecekte “Yaşamspor” kadrosunda mücadele eden birçok gence ilham vereceğinden eminim.

Luciano’nun davası bizi de ilgilendiriyor. Afrika’dan bir köylünün, tarlasındaki ürünleri yakan kuraklık için Türkiye’de EÜAŞ’a dava açması veya yeni kömür santrallarından birinden tazminat talep etmesi artık kimseyi şaşırtmamalı. Türkiye’de “milli enerji” diye pazarlamaya çalışılan kömür (zehir) yüzünden bedel ödeyenlerin, dünyanın neresinde olursa olsun kirletenden de hesap sorduğu bir enerji hareketi başlıyor. İklim adaletinden bahsediyoruz…

Nefesiniz Cebinizde
Kış aylarına girdik. Elektrik enerjisinin üçte birini kömürden üretip havasını kirleten Türkiye’de, kömür ısınmak için de kullanılıyor. Sonuç malum; hava kirliliği! Dünyada her yıl 7 milyondan fazla kişi hava kirliliği nedeniyle ölüyor. Akciğer kanserine bağlı ölümlerin yüzde 36’sının, kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin yüzde 24’ünün sorumlusu kirli hava. Havamızı temizlemek için enerji, sanayi ve ulaşım politikalarını değiştirmek gerek. Birkaç günde olacak iş değil. Günlük hayatta ise yapabileceklerimiz sınırlı. Havanın çok kirli olduğu günlerde dışarıda geçirdiğimiz zamanı azaltmak bile önemli olabilir. Bunu yapabilmek için de havanın ne kadar kirli olduğunu bilmemiz gerek. Türk Toraks Derneği’nin, akıllı telefonlarınıza indirebildiğiniz uygulamasıyla bulunduğunuz yerdeki hava kirliliğini saati saatine izleyebilirsiniz. Nefesiniz Cebinizde adlı ücretsiz programı cep telefonunuza indirmeniz yeterli. Uygulama, istediğiniz hava kirliliği ölçüm istasyonundan bilgi almanızı sağlıyor ve bu değerleri Dünya Sağlık Örgütü’nün verileriyle kıyaslıyor. Size havanın çok kirli olduğu anlarda uyarı bile gönderiyor. Mutlaka kullanın. Hem sağlığınızı koruyacak hem de bizi bu hava kirliliğine mahkum eden politikaların sonuçlarını gördükçe isyan edeceksiniz.

Soma Holding hâlâ maden işletiyor

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Nisan 2014

Dünyanın hiçbir ‘aklı başında ülkesinde’ 21. yüzyılın en feci maden kazasından sorumlu şirkete başka maden ruhsatı verilmezdi. Daha önceden verilmiş tüm izinler de iptal edilirdi. Soma’da 301 madencinin öldüğü ocağı işleten Soma Holding, sanki hiçbir şey olmamış gibi bu ülkede hâlâ kömür madeni işletebiliyor. Amasya’nın Merzifon ilçesindeki Yeni Çeltek Madeni, Soma Holding A.Ş.’ye bağlı Gürmin Enerji’ye ait. Madende 300’e yakın işçi çalışıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Soma Holding şimdi de bölgede kömürle çalışan bir termik santral kurmak istiyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) şirkete ön lisansı verdi. ÇED süreci tamamlanmak üzere. Üretim lisansı da kapıda. Yarın Soma’daki kazanın mahkemesi görülmeye başlanacak. Bir yanda 301 kişinin ölümünden sorumlu olduğu iddiasıyla yargılayacağınız kişilere öte yanda hiçbir şey olmamış gibi maden işletme lisansı, termik santral kurma izni mi vereceksiniz? Bu zaten onları aklamak demek. O zaman mahkemeye ne gerek var? Dünyanın hiçbir aklı başında ülkesinde bunlar olmaz.

Amasya ilinin yarısı tarım arazisi. Termik santral kurulmak istenen yer Suluova’ya çok yakın. Adı üstünde, sulu ova. Bereketli toprakların olduğu bir yer. Hayvancılık ve tarım sürüyor. Topraklar meyve ve sebze üretmeye elverişli. Şeker pancarından Amasya’nın meşhur misket elmasına, bamyadan kiraza onlarca ürün yetişiyor. Ermeniler Merzifon’u terk etmeden önce kentte bağcılık yaygındı. Merzifon Karası adıyla bilinen meşhur üzümü zamanında İtalya’ya götürülmüş. Orada ‘Marzemino’ adını almış. Mozart üzümü çok beğendiği için ‘Mozart Şarabı’ dendiği de söyleniyor. Aynı üzümü Merzifon’da tekrar üretmek için uğraşanlar var. Amasya, Suluova ve Merzifon gibi tarım cennetini, Türkiye’de hayvancılığın sürdüğü nadir bir bölgeyi kömür karasına bulamak dediğim gibi akıl ve mantıkla açıklanacak bir olay değil. Merzifon, rengini yastan alan kömür karasını değil, siyahını üzümden alan Merzifon Karası’nı hak ediyor. Organik bağları, üretici kooperatifleri ve sürdürülebilir bir hayvancılık politikası Amasyalı gençleri madene inmekten kurtarabiliriz. Bölge, Soma’da yaşananlara yabancı değil. 25 yıl önce grizu patlamasıyla 68 işçinin hayatını kaybettiği bir maden Çeltek.

Kurulmak istenen termik santral orta büyüklükte, 450 megavat (MW) kurulu gücü var. Yatağan Termik Santrali’nden (630 MW) biraz küçük. Bu santralin üreteceği elektrik ülkenin şu andaki tüketiminin yüzde birinden az olacak. Türkiye’nin elektrik tasarrufu/enerji verimliliği potansiyelinin sadece yüzde 1’i değerlendirilse Amasya’daki santrale gerek kalmaz. Resmi verilere göre yüzde 25’e varan tasarruf/verimlilik potansiyeli var. Bölgede illa elektrik mi üretmek istiyorsunuz? Ona da çözüm üretiriz. Tarımsal atıklar ve hayvan dışkılarını biyogaza çevirip elektrik üreten küçük tesisler kuralım. Merzifon, Karadeniz’i Batı’ya ve Ankara’ya bağlayan yol üzerinde. Kentte bir güneş paneli üretim tesisi açalım. İmal edilen fotovoltaik paneller tüm ülkede elektrik üretsin. Madendeki işçiler yer altında değil yer üstündeki fabrikada çalışsın; işsiz kalmasın. Merzifon’daki organize sanayi bölgesi bu yatırıma kucak açacak kapasiteye sahip. Yetmedi mi? Kayadüzü’ndeki rüzgar santralini de mi görmezsiniz? Bölgede halihazırda elektrik üreten ve kimsenin canına kast etmeyen bir örnek var. Yeni bir rüzgar santrali daha kurarız. Rüzgar azaldığında biyogaz çalışır, rüzgar çokken biyogaz depolanır. Alın size 24 saat elektrik.

Gördüğünüz gibi, tarımı bitirip halkı üç beş kuruş karşılığında hayatları pahasına madenlerde çalışmaya zorlamak ‘kader’ değil. Başımızdaki yöneticiler şirketlerin değil halkın çıkarını düşünselerdi Soma’da bugün 301 mezar eksik olurdu. Merzifon’da, Suluova’da ve Amasya’da aynı hatayı yapmanın alemi yok. Kömür mecburiyet değil. Onlarca farklı seçenek var. Şirketlerin karını değil halkın çıkarını düşünen bir iktidar olsun yeter.