OHAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
OHAL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

OHAL’de mücadele

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Şubat 2018 

Bugün çevre mücadelesinin önündeki en büyük sorun nedir deseniz, OHAL’i de listenin en üst sıralarına koyarım. Çevre mücadelesi şiddetten, çatışmadan beslenmez, demokrasi içinde yeşerir. Demokrasi, barış ortamı yoksa doğa da korunmaz. Geçen hafta Türkiye’nin doğasına büyük zarar verecek birçok karara imza atıldı. OHAL hepsinin gizli koruyucusu. Nasıl mı? Anlatalım. 

Geçen hafta Eskişehir’de kurulmak istenen termik ve Sinop’ta yapılmak istenen nükleer santralın ÇED süreçleri başlatıldı. 6 Şubat’ta Sinop’ta nükleer santral konusunda halkı bilgilendirme toplantısı yapılacak. Çerkezköy/Tekirdağ’da kurulmak istenen kömür santralı içinse 1 Şubat’ta halkın katılımı toplantısı düzenlenecek.

Sinop’ta on binlerce insanın nükleere karşı sokağa döküldüğü günleri hatırlarsınız. Şimdi ise OHAL yüzünden bu ve benzeri gösteriler hemen yasaklanıyor. Artvin’de örneği var. OHAL olmasa Cengiz Holding Cerattepe’de madeni işletebilir miydi? Belli ki, baldan tatlı ihaleyi kaçırmak istemeyen Japon ve Fransız şirketler, Türkiye’deki hukuksuzluktan, OHAL’in getirdiği gösteri yasaklarından da faydalanıp, Sinop’ta işi oldubittiye getirmeye çalışıyor.

Herkes biliyor ki, OHAL olmasa değil bu şehirlerde toplantı düzenlemek, nükleercilerin, termikçilerin kente adım atması mümkün olmazdı. OHAL, doğa katillerine kalkan oldu, Türkiye’nin doğası, geleceği olağanüstü koşullar bahane edilerek bitiriliyor, peşkeş çekiliyor.

OHAL sadece çevrecilerin derdi de değil. Hatırlayın…  

130 bin metal işçisi grev kararı aldı, “milli güvenliği bozucu” denerek işçilerin grevi yasaklanıyor.  İşçiler miting yapmak istese karşılarına OHAL çıkıyor. AKP Genel Başkanı da, “Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL'den istifade izin vermiyoruz. Bunun için kullanıyoruz OHAL’i” demişti. Çaresiz kalan işçi, açlığı protesto etmek için Meclis’in önünde kendini yakıyor.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, haksız yere işlerinden atıldıkları için 324 gün açlık grevi yaptılar. OHAL İnceleme Komisyonu işe iade taleplerini reddetti. Şiddetsiz, barışçıl protesto demokrasilerde insanların en temel hakkıyken, OHAL sürecinde bu hak ellerinden alındı. Açlık grevinin büyük bir bölümünü cezaevinde geçirdiler.

Örnekler çok, satırlar yetmez. OHAL ülkeyi bitiriyor. Ticaretten siyasete her yere kaos hakim oluyor. Bu durumu değiştirmenin tek bir yolu var. OHAL’i kaldırmak, memleketi normalleştirmek. Aynı referandum sürecinde “hayır”da buluşulduğu gibi, “OHAL’le mücadele”de de ortaklaşmalı. OHAL kalkarsa, işçi, çevreci, akademisyen, herkes daha başarılı bir mücadele sürdürebilir. Ülke KHK’lerle yönetilmez.

“OHAL’le mücadele” edelim ama “OHAL’de nasıl mücadele edeceğiz” diye soruyorsunuz. Alışverişte, okulda, sosyal medyada sesimizi çıkararak edeceğiz. Paramızın OHAL’cilere gitmediğinden emin olarak, bu durumu destekleyen süpermarkete gitmeyerek, demokrasi karşıtı muslukçuyu eve çağırmayarak, bu kaostan beslenen müteahhitten ev almayarak, tüketimi en aza indirerek, sosyal medyada gerekirse “troll” gibi çalışarak “OHAL’de mücadele” edeceğiz. Herkesin bir partisi, derneği, sendikası olacak. Akşamları dizi izlemek yerine bu örgütlerde çalışılacak. Yandaş kanallar kumandanın tuşlarından silinecek. Bağımsız medyaya sahip çıkılacak. Bağımsız medya da kendi gündemine odaklanacak. “OHAL”cilerin yüzünü dahi göstermeyecek. Evdeki modeminize verdiğiniz ismin bile sesinizi duyurmak için bir araç olduğunu unutmadan, susmadan Türkiye’yi özgürleştireceğiz. Karşı tarafın çok olduğunu sanmayın. Çok olsalar, sosyal medyada fikirlerini yaymak için parayla adam tutarlar mıydı?

Ülkenin bugünkü halinden memnun değilseniz, OHAL’le, OHAL’de mücadele etmekten başka çare yok.

Doğa kanunları OHAL’den üstündür

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Temmuz 2016

Biz darbe ve karşı darbeye benzer hamlelerle uğraşa duralım dünya dönmeye devam ediyor. Son iki haftada, hangi general aslında darbeci, hangisi önlemeye çalışmış, FETÖ’cüler devlete ve medyaya hakim olurken kim uyumuş, kim ahmakmış diye anlamaya çalışırken, dünyanın çevre-ekoloji gündemi şu konulara ev sahipliği yaptı.

Avrupa Çevre Ajansı, Avrupa’da artan amonyak emisyonlarına ve sonucunda oluşan hava kirliliğine dikkat çekti. Bu emisyonların yüzde 94’ü tarım kökenli. Gübre depolama ve içinde nitrojen bulunduran gübre kullanımı amonyak emisyonlarını, dolayısıyla havayı kirletiyor. Bu da insan hayatını riske atıyor.

Enerjisini sadece güneşten alan Solar Impulse adlı uçak dünya turunu tamamladı. 17 bin güneş hücresine sahip uçak, hem çevreyi kirletmeden dünyanın bir ucundan diğerine gidilebileceğini gösterdi hem de güneş enerjisinin ileride her alanda belirleyici enerji kaynağı olacağının işaretlerini verdi.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), 2016 yılında dünyadaki elektrik üretiminin yüzde 2’sinin güneşten sağlandığını, 2030’da bunun yüzde 13’e çıkabileceğini söyledi. Bu gerçekleşirse, güneş enerjisi 14 yıl içinde dünyanın en önemli enerji kaynaklarından biri olacak.

2016 yılına ait Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu yayımlandı. Yeni nükleer santral yapımında Çin dışında fazla bir hareketliliğin olmadığı belirtilen raporun Fukuşima’yla ilgili bölümünde çarpıcı veriler yer aldı. Japon hükümeti verilerine göre kaza nedeniyle göç ettirilen nüfus Mayıs itibariyle 92 bin kişiyi geçiyor. 3 bin 400 kişinin zorunlu göç nedeniyle (sağlık durumlarının kötüleşmesi ve intihar nedeniyle) öldüğü, bunun da kayıtlara ‘deprem kaynaklı ölüm’ diye geçtiği belirtiliyor. Aynı raporda, Okayama Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmanın Fukuşima’da görülen çocukluk çağı tiroid kanseri vakasının Japonya ortalamasının 50 kat üzerinde olduğunu gösterdiği de yazıyor. Santral sahibi TEPCO şirketinin verdiği bilgilere göre kazanın maliyeti de şimdiden 133 milyar doları bulmuş.

Bern Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, erkek arılarının sinek ilaçları nedeniyle yüzde 40 sperm kaybına uğradığını söyledi. Arı nüfusunun azalması tüm besin zincirini etkileyeceği için bu konuda birçok araştırma yapılıyor. İsviçre’den gelen sonuçlar nedeni konusunda olası bir suçluya işaret ettiği için önemli.

Tüm bunlar olurken Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreçlerinin hızlandırılacağını ve yatırımcıların önünün açılacağını söyledi. Özhaseki, bir firma herhangi bir proje için ÇED aldıktan sonra, 60 gün içinde itiraz davası açılmazsa yargı yolu kapanacak dedi. Ardından İzmir’de 9 proje için ÇED gerekli değildir kararı çıktı. Kimilerine göre bu kararlar OHAL ile bağlantılı. Bazıları daha da kötümser, OHAL bahanesiyle çıkarılacak Kanun Hükmünde Kararnameler ile şirketlerin önündeki pürüzlerin aşılması için uygun bir ortamın yaratılacağı kaygısını taşıyor.

Biz bu kaygılardan bağımsız, uyarımızı yapalım. Hiçbir kanun, doğa kanunlarından üstün değildir. Çünkü doğanın kanunları yaşamın sürmesi için var ve yaşama hakkı her türlü haktan üstündür. Yaşama hakkına zarar verecek her türlü müdahale, öyle bir olağanüstü hal yaratır ki, üç ay sonra siz bitti deseniz de bitmez. İklim krizinde görüldüğü gibi.
Dünyada olan biten ortada. Aklı başında herkes, elindeki imkan ve gücü yaşama sahip çıkmak için kullanıyor. OHAL, rant baronlarının, şirketlerin ve politikacıların kısa vadeli çıkarları için kullanılamayacağı gibi Türkiye’nin doğru tarafta yer almasına, geleceği görmesine engel olmamalı. Türkiye’nin çevre politikasını dünyayla uyumlu bir hale getirmesi şart. Değil üç ay, üç gün bekleyecek durumda değiliz.