Maliyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Maliyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Rüzgar üste para veriyor devlet kirli enerjiyi teşvik ediyor

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Haziran 2017 

Türkiye’deki elektrik piyasasında ilginç gelişmeler yaşanıyor. TEİAŞ’ın (Türkiye Elektrik İletim A.Ş.) geçen hafta yeni rüzgar santralları için düzenlediği ihalelerde ortaya çıkan eksi fiyatlar da bu gelişmelerden biri. İhaleleri, ürettiği elektriği şebekeye en ucuza verecek şirketler kazanıyor. Bazı sahalarda ise şirketler eksi (-) fiyat verdi. Ne demek eksi fiyat? Sen bana ihaleyi ver, ben ürettiğim her kilovatsaat için senden para istemiyorum aksine üste para veriyorum demek. Piyasa fiyatının altına elektriği satmaya razı oldular. Alım garantisi yok, teşvik yok.

Pahalı dedikleri rüzgar sudan ucuz oldu. Kömürcüler, çevreyi kirlettikleri yetmiyormuş gibi piyasa fiyatının üstünde teşvik isterken rüzgar enerjisi tersini yaptı. Bir ihalede eksi fiyat kilovat başına -1,61 sente (ABD doları) kadar çıktı. Şimdi bir hesap yapalım herkes hangi enerji kaynağının ucuz, hangisinin pahalı olduğunu artık net bir şekilde görsün.

2017 yılı için ‘piyasa takas fiyatı’ ortalaması kilovatsaat başına 4 sent. Diyelim ki, bu rüzgar santralları üç yıl sonra çalışmaya başlasın ve o zamanki piyasa fiyatı da 5 sent olsun. Bu durumda, geçen haftaki ihalede -1,61 sent teklif eden firma ürettiği elektriği piyasaya 3,49 sentten satacak. Hem de 10 yıl boyunca. Şimdi de hükümetin nükleer ve kömüre verdikleri teşviklerle bu rakamı kıyaslayalım.


Şebekeye satış fiyatı
(kWs için ABD Doları-sent)
Süre (yıl)
Rüzgar
3,39
10
Kömür (Çayırhan B)
6,04
15
Nükleer (Akkuyu)
12,35
15
Güneş (Karapınar)*
6,99
15
* İhaleye katılan firmalardan Türkiye’de güneş paneli üretecek bir fabrika kurma şartı da istendi.

Ankara Çayırhan’da kurulmak istenen yerli kömürle çalışacak termik santral için Kolin İnşaat, Kalyon Enerji ve Çelikler Holding ortaklığı ürettikleri elektriği kilovatsaat başına 6,04 dolar sentten satma taahhüdüyle ihaleyi kazandı. Fiyat rüzgarın neredeyse iki katı. Üstelik çevreyi kirletecek, iklimi değiştirecek. Bu mu ucuz kömür? Ucuz olan kömür değil hayatımız.

Nükleeri defalarca yazdık. Yine geçen hafta yüzde 49 hissesi Cengiz Holding, Kalyon ve Kolin İnşaat firmalarına satılan Akkuyu santralı eğer hayata geçerse elektriği şebekeye 12,35 dolar sentten verecek. Rüzgar enerjisinden nerdeyse dört kat pahalı. Bu mu ucuz nükleer? Nükleer kaza riskiyle yaşayacak olmamız, bölgede birikecek binlerce ton radyoaktif atık ve Akdeniz’de turizmin darbe alması da cabası.

Karapınar’da güneş için verilen fiyat, kömürün biraz üstünde kalıyor gibi gözükse de bu ihale sizi yanıltmasın. O ihalede, Karapınar’a güneş santrali kuracak firmadan Türkiye’de, yılda en az 500 MW güneş paneli üretecek bir fabrika kurulması da istendi. Başka dedikodular da var. Yakında yeni güneş ihaleleri yapılacak ve biz güneşin ne kadar ucuz olduğunu da kısa zaman içinde göreceğiz. Güneş ihalelerinde de eksi fiyat çıkarsa hiç şaşırmayın.

Rüzgar ve güneş gibi kaynakların çevreci ve dışa bağımlı olmaması gibi özelliklerini bir yana bırakalım artık diğer enerji kaynaklarına karşı ciddi bir fiyat avantajına da sahipler. Enerjide kömür ve nükleere verilen desteğin ne teknik ne de ekonomik bir açıklaması yok. Varsa Enerji Bakanlığı açıklasın, tartışalım.

Hükümet ne kadar direnirse dirensin enerji devrimi Türkiye’de de gerçekleşecek. Tek korkum, bu fiyatlarla iyice cazip hale gelen rüzgar, güneş gibi enerji kaynakları konusundaki eksik düzenlemelerin çevreyi korumak yerine yeni çevre sorunlarına yol açması. Örneğin, rüzgar için gürültü sınır değerlerinden halkın katılımına kadar uzanan birçok başlıkta daha belirgin kurallara ihtiyaç var. Bir an önce meslek odaları, ilgili çevre kuruluşları, şirket temsilcileri ve yetkililer bir araya gelip bu işin nasıl yapılacağı üzerinde anlaşmalı.

Son sözüm de sanayiciye, üreticiye, iktidar partisine ve finans kuruluşlarına. Bu saatten sonra, orada burada elektrik enerjisi pahalı, rekabet edemiyoruz nutukları atmayın. Ucuz elektrik istiyorsanız çıkın ortaya, hükümete kömürle, nükleerle uğraşmamasını söyleyin. Daha pahalı enerjiyi tercih eden siyasetçileri uyarın, kömür ve nükleer santrallara kredi vermeyin. Enerji devrimi lobilerin tüm gayretlerine rağmen Türkiye’de de başladı. Ne durdurabilir ne de görmezden gelebilirsiniz.

Nükleer santral kaça patlar?

Özgür Gürbüz-2050 Degisi/8 Kasım 2012

Türkiye nükleer santral kurma konusunda ısrarını sürdürüyor. Halka rağmen ısrar sürüyor da denebilir. Yapılan farklı araştırmalar Türkiye'de halkın yüzde 60-70'inin nükleer santral istemediğini ortaya koyuyor. Bu birçok ülkede santral planlarının çöpe atılmasına yetecek bir orana işaret ediyor. 1978 yılında Avusturya'nın Zwentendorf kentindeki yapımı biten nükleer reaktör hiç çalıştırılmadan kapatılmıştı. Nedeni ne santral teknolojisinin eski, ne de maliyetinin yüksek olmasıydı. Halk istemediği için santralin kapısına hiç açılmadan kilit vuruldu. Nükleer santralin çalıştırılmasına hayır diyenlerin oranı halk oylamasına katılanların yüzde 50,47'siydi. Yaklaşık 30 bin oy farkla 730 megavat (MW) gücündeki santrale ve planlanan diğer reaktörlere “hayır” dendi. Bu oylamanın ardından Avusturya hükümeti ülkede fisyon reaktörleri kurulmasını yasakladı. Yıl 1978. İlginçtir, dünyadaki ilk büyük nükleer kaza 1979 yılında meydana gelen Üç Mil Adası (Three Mile Island) kazasıydı. Kısmi çekirdek erimesiyle sonuçlanan bu kazadan önce Avusturya'nın böyle bir karar alması başlı başına incelenmesi gereken bir konu.

Halk oylamalarının nükleer enerji konusunda karar almak için bir yöntem olarak kullanılıp kullanılamayacağı tartışılan bir konu. Halk oylamasına karşı çıkan en kuvvetli görüşlerden biri, dört yıllığına iktidara getirilen bir hükümetin 250 bin yıl radyoaktif kalacak atıkların üretilmesi konusunda karar alma yetkisine sahip olup olmadığı. Bu açıdan bakıldığında, halkın büyük bir kesimine danışılmış olsa da, bugün yaşayanların henüz doğmamış insanların geleceğini etkileyecek bir karara imza atmaları tartışmalı. Doğada oy kullanamayan diğer canlıların düşünceleri ise insan merkezli bir toplumda zaten hiç dikkate alınmıyor. Halk oylaması taraftarı karşı görüş ise, 10-20 kişiden oluşan bakanlar kurulu yerine, milyonlarca insanın fikrinin alındığı bir demokratik yöntemin uygulanmasının daha akılcı ve kabul edilebilir olduğunu öne sürüyor. Tartışmayı uzatmak mümkün ama kısaca özetlemeye çalıştığım gibi halk oylamasının nükleer enerji konusunda “tek yetkili merci” olduğunu söylemek mümkün değil. O halde nasıl karar vereceğiz? Bu sorunun yanıtı da kolay değil ama işin ekonomik yönünü değerlendirmek, en azından nükleer enerji için ödenecek maddi bedelin bir kısmının bugün yaşayanlar tarafından karşılanacak olması nedeniyle üzerinde daha kolay anlaşılır bir yöntem olabilir. Bu analizi, sorunu tek başına çözemeyeceğini baştan kabul ederek okumakta fayda var. Bir ekonomik analiz içerisinde tüm sosyal (dışsal) maliyetleri hesaba katmak zaten çok zor. Kesilen bir ağacın Orman Bakanlığı'nın fiyat tarifesinde bir bedeli olabilir ancak o ağaçta yuvası olan bir kuş için bu bedel emin olun ki yetersizdir. Bu nedenle, sosyal maliyetler konusunu başka bir yazıya bırakarak nükleer santraller için düz bir maliyet hesabı yapığımı baştan belirtmeliyim.

İşe, Fukuşima'daki nükleer felaketten sonra santral maliyetlerinin daha da arttığını söylemekle başlayalım. Bu çok normal. 1986 yılındaki Çernobil kazasından sonra da reaktör tasarımları ciddi bir değişikliğe uğramış, bu da doğal olarak maliyetlere yansımıştı. Reaktör tasarımlarındaki farklılıkları kabaca bağlı bulundukları kuşaklara (nesil veya jenerasyon da deniyor) göre sınıflandırabiliriz. Şu anda en yeni kuşak reaktörler 3+ olarak adlandırılıyor ve 4. kuşak reaktörlerin ticari faaliyete geçmesi içinse en iyimser tahminler 2030'ları işaret ediyor. Bir reaktörün farklı bir kuşağa ait olması, onun daha güvenli, daha ekonomik ve nükleer silah yapımına neden olacak teknik açıklara müsaade etmemesi için bazı tasarımsal değişikliklere uğradığını anlatır. En azından teoride bu böyle. Yeni teknoloji ürünü nükleer reaktörlerin, daha ucuza elektrik üreteceği, daha az güvenlik problemiyle karşılaşacağı ve daha kısa sürede yapımının tamamlanacağı söylenir ancak iş uygulamaya gelince durum dramatik değişiklikler gösterebiliyor.

İLK YATIRIM MALİYETİ
Nükleer santraller için önemli maliyet kalemleri, içine yapım giderlerini de alan ilk yatırım maliyeti, yakıt maliyeti, işletim giderleri ve söküm bedeli olarak sıralanabilir. ABD Enerji Enformasyon İdaresi'nin (EIA) 2010 yılında nükleer reaktörler için belirlediği ilk yatırım maliyet tahmini kilovat kurulu güç başına 3 bin 902 dolardı. Bir yıl sonra, 2011'de bu tahminlerini 5 bin 339 dolara çıkardılar. Nükleer reaktörlerin bir yılda ilk yatırım maliyeti yüzde 37 arttı. 2012 yılında Litvanya'da yapılması düşünülen ve hükümetle muhalefeti birbirine düşüren 1350 MW’lık nükleer reaktör için verilen teklif ise 8 milyar 640 milyon doları buldu[1]. Bu da kilovat kurulu güç başına ilk yatırım maliyetinin 6 bin 400 dolara çıktığını gösteriyor. EIA'nın 2010 rakamıyla, Litvanya'daki fiyatı karşılaştırırsak bu iki yılda yüzde 60'a varan bir artışa işaret ediyor. Tüm elektrik üretim seçenekleri için benzer bir eğilimin söz konusu olmadığını göstermek adına güneş enerjisinden elektrik üreten fotovoltaik panellerin yatırım maliyetine bakmakta fayda var. EIA'nın aynı raporunda, fotovoltaik paneller için kurulu güç maliyetinin 2011'de yüzde 25 oranında ucuzlayarak 6 bin 300'den 4 bin 75 dolara gerilediği belirtiliyor. 2012'de fotovoltaik paneller için bu fiyatın bin 800-2 bin 300 bandında seyrettiğini de hatırlatalım[2].

Nükleer santrallerden üretilen elektriğin maliyetinin yüzde 60 (bazı kaynaklar da bu oran daha yüksek) oranında ilk yatırım maliyetiyle ilişkili olduğu belirtilir[3]. Ucuza elektrik üretmek istiyorsanız ilk yatırım maliyetini düşürmeniz gerekir ki, nükleer santraller için bunun gerçekleştiğini söylemek çok zor. Söküm maliyeti reaktörden reaktöre değişse de Dünya Nükleer Birliği (WNA) ilk yatırım maliyetinin yüzde 9 ila 15'ine işaret etmektedir. Bu bilgiler ışığında analizimizi Türkiye'ye ve Akkuyu'da yapılması düşünülen nükleer reaktöre çevirmekte fayda var. Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında 12 Mayıs 2010 tarihinde bir anlaşma imzalandı ve Akkuyu sahası ihalesiz bir şekilde devlet şirketi Rosatom'a verildi. Nükleer santral kararını haklı çıkarmak için üretilen teknoloji transferi yapacağız, enerjide dışarıya özellikle de Rusya'ya bağımlıyız şeklindeki sloganlar bu anlaşmayla anlamını yitirdi.

Türkiye, dört adet 1200 MWe gücünde reaktörden oluşan Akkuyu Nükleer Santrali için farklı bir finansman modeli oluşturdu. Santralin mülkiyetini Akkuyu NGS'ye verdi. Böylece 20 milyar doları bulacağı söylenen ilk yatırım maliyetini Rus şirketine yükledi; beraberinde kredi bulma derdini ve onun faiz yükünü de. Bu nedenle ilk yatırım maliyetinde meydana gelen ve yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız fiyat artışı Türkiye Cumhuriyeti'ni çok da kaygılandırmadı. Aslında kaygılandırması gerekiyor. Türkiye'nin aksine fiyat artışları Rusları etkiledi. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Vladimir İvanovski birkaç hafta önce yaptığı açıklamada, 2013’te Mersin’de temeli atılacak Akkuyu Nükleer Santrali’nin maliyetinin artacağını söyledi. İvanovski, “Maliyet 20 milyar dolardan 25 milyar dolara çıkabilir” dedi[4]. Anlaşmada Türkiye tarafına ilk yatırım maliyetiyle ilgili bir yükümlülük verilmediğinden olsa gerek (en azından bizim bildiğimiz ve görebildiğimiz kadarıyla) Enerji Bakanlığı bu açıklamaya bir tepki vermedi. Akkuyu NGS yetkilileri haberin kamuoyunu olumsuz etkileyeceğini düşünmüş olmalılar ki, daha sonraki açıklamalarında yine 20 milyar dolar rakamını telaffuz etmeye hatta daha aşağıya çekmeye başladılar. Biz 20 milyar doları temel alalım. Bu durumda Akkuyu için ilk yatırım maliyeti, kW kurulu güç başına 4 bin 116 dolar seviyesinde kalacak (20 milyar/ 4800 MW). ABD'de ilk yatırım maliyetlerinin 7 bin doların üzerinde olacağı yönünde raporların geldiği şu günlerde Rusya'nın bu rakamı nasıl tutturacağı bir soru işareti. Ana parayı devlet kasasından alsalar ve faiz ödemeseler bile (faiz gelir kayıplarını hesaba hiç katmadıklarını düşünüyorum) bu rakamı tutturmak zor. Çin'de yapımı süren AP-1000 tipi reaktörün ilk yatırım maliyetinin kW başına 3 bin 500 dolara geldiği yönünde haberler var[5]. Çin'de işçilik maliyetlerinin ucuz olmasının nükleer santrallerin diğer ülkelere kıyasla daha ucuza mal edilmesine neden olduğu biliniyor. Bu durumda birkaç seçenek var. Ruslar Akkuyu'daki reaktörü ya Çinli işçilere yaptıracak ya da çalışacak işçilere Çinli işçilerin aldığı parayı verecek. Üçüncü seçenek ise VVER-1200 modelinin Batı’daki reaktörlere göre, bir şekilde daha ucuza yapılacak olması. Peki ama nasıl? Umarım bu sorunun yanıtını Enerji Bakanlığı yetkilileri biliyordur.

Nükleer enerjinin bir sorunu da inşaat tarihlerinin planlandığından uzun sürmesi. Diyelim bir apartman yapacaksınız. Parayı verip, bir köşeye demir-çelik yığdığınızda o apartmanın maliyetini aşağı yukarı bilirsiniz. Nükleerde siz müteahhitle parayı verip el sıkışsanız bile, inşaat sırasında fiyatın artması ve müteahhidin kapınızı daha fazla para için çalması sürpriz olmaz. Buyurun size iki güncel örnek. Batı Avrupa’da yeni nükleer reaktör yapan iki ülke var;  Finlandiya ve Fransa. Finlandiya’da inşaatına 2005’te başlanan reaktörün 2009’da devreye girmesi bekleniyordu. İnşaat hala sürüyor, en erken 2014’te reaktör elektrik üretmeye başlayacak. Bu gecikme sonucunda 3 milyar avroya mal olması beklenen reaktörün maliyeti 6 milyar avroyu geçti. Fransa’da yapımı süren aynı tip reaktörün kaderi de aynı oldu. İnşaatına Finlandiya’dan 2 yıl sonra başlanan reaktör de söylenildiği gibi 4 yılda bitirilemedi. 2016 yılında biterse Fransızlar bayram edecek, maliyeti de yine söylendiği gibi 3 milyar avroda kalmadı, şimdiden 6 milyarı gördü. Bu da başka bir risk. Türkiye’de bir gecikme olursa bilin ki Akkuyu NGS bunu fiyatlara yansıtmak ve maliyeti oradan çıkarmak zorunda kalacak.

ELEKTRİK FİYATLARI YÜKSELMEK ZORUNDA
Anlaşmaya göre Türkiye'nin santralin maliyetiyle ilgili yükümlülüğü dolaylı ve alım garantisiyle sınırlı. Yap-İşlet-Sahip ol (Build-Operate-Own / BOO) modeli gereği Akkuyu NGS’nin ilk yatırım bedelini şirket elektrik satışıyla karşılamak zorunda. Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan uluslararası anlaşmanın1 10. maddesinin beşinci bendinde belirtildiği gibi, TETAŞ, “Akkuyu NGS” adlı proje şirketinden santralde üretilmesi planlanan elektriğin ilk iki ünite (reaktör) için yüzde 70'ini ve diğer iki ünite için de yüzde 30'una tekabül eden sabit miktarlarını, her bir güç ünitesinin ticari işletmeye alınma tarihinden itibaren 15 yıl boyunca 12,35 ABD senti/kWh ağırlıklı ortalama fiyattan (Katma Değer Vergisi dâhil değil) satın almayı garanti etti. Akkuyu NGS, dört reaktör faaliyete geçtiğinde santralin yılda 40 milyar kWs elektrik üreteceğini söylüyor. Bu kapasite faktörünün yüzde 90'larda olacağı anlamına geliyor ki, daha önce çalıştırılmamış yeni bir model (VVER-1200) için çok iddialı. Bu rakamı esas alırsak 15 yıl boyunca Akkuyu NGS'ye ödenecek rakam 50 milyar doları bulacak. Reaktörlerin planlandığı gibi peşi sıra devreye girdiği varsayılırsa ilk reaktörün devreye girmesinden 11 yıl sonra ilk yatırım maliyeti kadar bir paranın Akkuyu NGS'ye sadece alım garantileri karşılığında ödenmiş olacağı anlamına geliyor. Bu süetçe ödenecek işletme giderlerini, yakıt maliyetini de hesaba katarsak ve inşaatta hiç gecikme olmadığını varsayarsak 15 yıldan sonra ilk yatırımın geri dönüşünden bahsedebiliriz. Şirketin alım garantisi dışındaki üretimini piyasaya satması halinde kâr etmesi bile mümkün (bütün bu hesabı yaparken faizsiz para aldıkları ve faiz getirisini hesaba katmadıklarını düşünüyorum). Tabii bir şartla. Yatırım maliyetinin söylendiği gibi, düşük sayılabilecek 20 milyar dolar seviyesinde tutulması gerekiyor. 15 yıllık sürenin sonunda ise bizi daha ilginç bir süreç bekliyor. Yılda 40 milyar kilovatsaat elektrik üretecek bu santralin serbest piyasaya elektrik satması gerekecek. Şu anda PMUM'da oluşan fiyatların 7 dolar sent civarında olduğunu anımsarsak, Akkuyu NGS'nin kâr edebilmesi için fiyatların serbest piyasada daha da yükselmesi şart. Çünkü alım garantisinde verilen 12,35 sentin altında bir fiyattan piyasaya elektrik satışı santralin kâr etmesini engelleyebilir. Pazarlık masasında 12,35 sentlik fiyatın belirlendiği tarihte sonuçları açıklanan Citi Bank'ın araştırması bu iddiamın emellerinden birini oluşturuyor.

“Yeni Nükleer – Ekonomi Hayır Diyor" başlıklı ve 9 Kasım 2009 tarihli “Citi Group” araştırmasında, beş ana risk alanına dikkat çekiliyor. Planlama, inşaat, elektrik satış fiyatı, santralin işletimi ve nükleer atık sorunuyla miyadı dolan santralin söküm işlemleri. Citi raporuna göre, nükleer reaktörün yapım maliyeti kurulu kilovat güç başına 3 bin 400 - 4 bin 733 dolar arasında değişiyor. Raporda, bir nükleer reaktörün zarar etmemesi için üretilen elektriğin kilovatsaatinin piyasada en az 6,5 avro sentten (8-9 dolar sent) satılması gerektiğine vurgu yapılmış. Akkuyu için öne sürülen ilk yatırım maliyetinin kilovat kurulu güç başına 4 bin 116 dolar olduğu hesaba katılırsa bu raporda kâr edilmesi için belirtilen fiyat şartının Akkuyu nükleer santrali için de geçerli olduğu söylenebilir (Batı standartlarında bir nükleer santral yapılacaksa işçilik maliyetleri dışında fiyatı aşağı çekecek bir etken olmamalı). Dokuz sent civarındaki fiyat şu andaki piyasa fiyatının üzerinde ve raporda da belirtildiği gibi üreticiye ciddi bir kar sağlamıyor. Akkuyu NGS ya da Rosatom bu fiyatın üzerinde ve sürekli elektrik satmak isteyecektir. Tasarım ömrü 60 yıl olarak belirtilen (dünyada henüz hiçbir reaktör bu kadar uzun süre çalışmadı) reaktörün uzun vadede daha çok kâr edeceğini hesaplıyor da olabilirler. Komplo teorilerini hiç sevmem ama Türkiye’de elektriğinin yüzde 45'lere yakını doğalgaz çevrim santrallerinden sağlanıyor. Türkiye'nin bir numaralı doğalgaz tedarikçisinin Rusya olduğunu hatırlatalım. Doğalgaz fiyatlarının biraz artması, elektrik fiyatlarının da artmasına neden olur. İpler iyiden iyiye Rusya'nın elinde olacak. Bu senaryoyu bozmak için ya ciddi miktarda gaz sağlayacak yeni doğalgaz tedarikçileri bulacaksınız ya da bambaşka bir yola girip, hem enerjiyi verimli kullanacak hem de yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretmeye başlayacaksınız. Bunun önündeki en büyük engel ise sorunun bir numaralı kaynağı, Akkuyu'da kurulmak istenen santral.

NÜKLEER VE GÜNEŞ FARKLI DÜNYALARIN OYUNCULARI
30 bin megavat güneş ve bir o kadar da rüzgar kurulu gücüne sahip Almanya'da, sistem artık farklı işliyor. Güneşin veya rüzgarın çok olduğu günlerde, bu kaynaklardan üretilen elektrik miktarı o kadar artıyor ki, serbest piyasada fiyatları oldukça düşebiliyor. Mart ayında güneş enerjisinden elektrik üretim rekoru kıran Almanya'da bu oldu. Talebin arttığı gün ortasında güneş panelleri şebekeyi elektriğe boğdu ve azami yük (peak load) fiyatlarını aşağıya çekti. Spot piyasada fiyatlar 3,5 avro sente kadar indi. Bu durum başta nükleer olmak üzere, esnekliği olmayan baz yük santrallerini rahatsız ediyor.

Tablo 1. Almanya’da 7 Mart 2012 tarihinde oluşan fiyatlar

 
Aslında rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla nükleer arasındaki asıl kavga şebeke üzerinden oluyor. Baz yük santrallerinin sayısının ve öneminin giderek azaldığı akıllı şebekelerle desteklenen bir modele uyum sağlamakta en çok nükleer santraller zorlanıyor. Bir nükleer santrali açıp kapamanız, nükleer reaksiyonu durdurup yeniden başlatmanız günler alabilir. Nükleer santraller yapı itibariyle sürekli çalışmak, yakıt değişimine kadar devamlı elektrik üretmek istiyor. Yenilenebilir enerji ise doğası gereği daha esnek. Diğer baz yük santrallerin nükleer kadar sorunu yok. Onlar da oyunu böyle oynamak istemiyorlar ama bir doğalgaz santralini açıp kapatmak nükleer kadar zor değil. Doğalgaz santrallerinin ilk yatırım maliyetlerinin kW kurulu güç başına 1000 dolar seviyesine geldiği günlerde elektrik üreticisi şirketler de bu durumdan çok şikayetçi değil. Nükleerin karşılaştığı tek sorun bu yeni sisteme “uyum” sorunu da değil. Fiyat rekabetinde de nükleer enerji zor günler yaşıyor. Aşağıdaki tablo yenilenebilir enerji kaynakları için farklı ülkelerden derlenmiş üretim maliyetlerini gösteriyor. Türkiye’de, hem işçilik hem de yenilenebilir enerji potansiyellerin güçlü olması nedeniyle (güneşlenme süresinin uzunluğu gibi) bu rakamların daha aşağısında üretim maliyetlerine ulaşmak da mümkün. Bir de bu karşılaştırmayı nükleer santralin en erken elektrik üreteceği tarih 2020’deki yenilenebilir enerji fiyatlarıyla yapmak lazım. Temiz enerjide teknoloji sürekli geliştiği ve ilk yatırım maliyetleri hızla aşağı çekildiği için aşağıdaki fiyatların da altında rakamları görmek mümkün olacak. Halihazırda 12,35 sentin altında üretim yapabilen biyokütle, jeotermal, rüzgar gibi enerji kaynaklarına o tarihlerde güneş enerjisini ve hatta yakın bir tarihe kadar adından dolayı espri konusu olan “dalga enerjisini” de ekleyebileceğiz. Bugün “ucuz nükleer” diye yola çıkanların yerinde olsam o tarihlerde uzun bir yurt dışı seyahatine çıkardım.

Tablo 2. Yenilenebilr enerji kaynakları elektrik üretim maliyetleri
TÜRÜ
kWs MALİYETİ (ABD sent)
Büyük Hidro (1 MW üstü)
5-10
Küçük Hidro (1 MW altı)
5-40
Rüzgar
5,2-16,5
Rüzgar Açıkdeniz
11,4-22,4
Rüzgar ev tipi (0,1-3 kw)
15-20
Biyokütle
7,9-17,6
Jeotermal
5,7-8,4
Güneş Çatı fotovoltaik paneli
22-44
Güneş fotovoltaik (santral tipi)
20-37
Yoğunlaştırılmış Güneş Termal
18,8-29
Dalga enerjisi
21-28
Kaynak: REN 21, 2012

SÖKÜM VE ATIK MALİYETLERİ
Söküm maliyetinin ilk yatırım maliyeti kadar gündeme gelmemesi, sökülme işlemine reaktör yapıldıktan 40-60 yıl (hatta daha geç) sonra başlanacak olmasından kaynaklanıyor. Genelde devletler, işletmeci firmadan söküm ve atık için gerekli parayı, üretime geçtikte sonra yavaş yavaş ödemesini ister. Türkiye'nin Rusya Federasyonu ile yaptığı anlaşma da bu temele dayanıyor ama özellikle nükleer atık konusunda ciddi belirsizlikler görülüyor. Atıkların Türkiye'de mi kalacağı, Rusya'nın yasalarına rağmen oraya mı gönderileceği belli değil. Akkuyu NGS A.Ş. Adlı Rosatom bünyesindeki şirketin Türkiye'de “halkı bilgilendirmek” için kurduğu internet sayfasında aynen şu satırlar yazılı: “Nükleer santralde kullanılacak tüm yakıt Rusya’dan getirilecek. Atıklar da yine Rusya’ya geri gidecek. Atıkları Türkiye satın almak isterse, Türkiye’de de kalabilecek”. Şirket, imza attığı uluslararası anlaşmanın 10. maddesinin 9. bendiyle çelişiyor. Bu maddede, “Proje Şirketi, ESA çerçevesinde TETAŞ tarafından alınan elektrik için kullanılmış yakıt ve radyoaktif yakıt yönetimi hesabına 0.15 ABD senti/kWh ve işletmeden çıkarma hesabı için 0.15 ABD senti/kWh tutarında ayrı bir ödeme yapar. ESA dışında satılan elektrik için Proje Şirketi yürürlükteki Türk kanunları ve düzenlemeleri uyarınca gerekli ödemeleri ilgili fonlara yapacaktır” deniyor. Kullanılmış yakıtlar Rusya’ya götürülecekse, neden TETAŞ’a para veriliyor? Nükleer atıklar (yakıt yerine nükleer atık demek daha doğru olur)  “bir şekilde” Türkiye'de kalacaksa, Türkiye bir de bunun için para mı ödeyecek? Bu kadar önemli bir konunun, santrale beton dökülme aşamasına gelindiği şu günlerde bile çözülmemiş olması kaygı verici.

Atıkları satın alacaksak bunun da bir maliyet kalemi olacağını ve tarihe geçeceğimizi belirterek söküm masraflarıyla ilgili bir hesap yapalım. Yılda 40 milyar kWs elektrik üretmesi beklenen Akkuyu NGS’den üretilen her kWs için 0,15 ABD sentini söküm masrafları için ayırması anlaşmada isteniyor. Santralin verim kaybı, çalışmayacağı ayları da hesaba katarsak 60 yılda 3 milyar dolara yakın bir paranın bu fona ayrılacağını söyleyebiliriz. Dünya Nükleer Birliği söküm bedelinin ilk yatırım maliyetinin yüzde 15’ine denk düşebileceğini söylüyor. Bu da tam 3 milyar dolara denk düşüyor. Siz de fark etmişsinizdir ki, yatırım maliyetinin gerçek yatırım maliyeti olup olmadığını, santralin sökümünün hangi standartlara uygun bir şekilde yapılacağını bilmeden bu rakamın yeterli olup olmayacağı konusunda bir yorum yapmak zor. Santralin bazı parçalarının yüksek seviyeli atık muamelesi göreceğini de biliyoruz. Atıkların ne yapılacağı bile belli değilken, sadece bu yüzdesel hesaba bakarak bir tahminde bulunmak doğru olmaz. Maliyet kadar bu belirsizlik de önemli. Elinizde 240 bin yıl radyoaktif kalan atıklar var ama bunu ne yapacağınızı belirlememişsiniz.

YAKIT MALİYETİ VE KAZA
Çernobil Nükleer Santrali - Foto: O. Gurbuz
Yakıt maliyeti nükleer santraller için elektrik üretim maliyetinin yüzde 10 ila 15’i arasında değişiyor. Farklı kaynaklarda farklı rakamlar var ama bu yazıda bahsetmeye çalıştığım diğer kalemlere göre yakıt maliyetini tahmin etmek veya hesaplamak daha kolay. Uranyum fiyatlarına endeksli bir hesaplama yapmanız gerekiyor. Fukuşima öncesi nükleer reaktör sayısının hızla artacağını uman nükleer endüstri uranyum fiyatlarının da aynı oranda artacağını düşünüyordu. Sınırlı uranyum rezervlerine ve madenlere de ilgi artmıştı. Uranyum rezervlerinin sınırlı olması yeniden işleme gibi yakıt maliyetini arttıran yöntemlerin de daha sık gündeme gelmesine neden olmuştu. Fukuşima sonrası birçok ülkenin nükleerden çıkış kararı alması bu eğilimi değiştirdi. Yakın zamanda fiyatlarda çok ciddi bir artış beklenmiyor. Yakıt konusunda bir başka sorun yakıtın fiyatından çok yakıt fabrikalarının belli ülkelerin tekelinde olması ve her reaktör tipinin farklı yakıt çubukları kullanmasıyla ilgili. Tek tedarikçiye bağımlılık burada “dışa bağımlılık” konusunu gündeme getiriyor.

Bu aşamada değineceğim son konu, kaza olması halinde ortaya çıkacak maliyet. Hem Çernobil hem de Fukuşima’da görüldüğü gibi sadece temizlik çalışmalarının tutarı bile 300-350 milyar doları bulabiliyor. Bu nedenle hiçbir sigorta şirketi bir nükleer santrali sigortalamaya yanaşmıyor. Hiçbir özel şirketin devlet desteği olmadan böyle bir maliyetin altından kalkması da mümkün değil. Nükleer kazadan sonra bir mucize eseri hiç can kaybı yaşanmasa bile, yatırım riski bu kadar büyük bir girişimin “normal şartlarda” serbest piyasa koşullarında gerçekleşmesini beklemek aslında bir hayal. İlk yatırım maliyeti, faiz oranları, inşaatın süresi gibi değişkenler nükleer santrallerin elektrik üretme maliyetlerini ciddi oranlarda etkileyebiliyor ancak bir kaza olması halinde asıl fiyat ortaya çıkıyor. Bırakın büyük çaplı bir kazayı, ufak bir radyoaktif sızıntının gerçekleşmesi halinde bile nükleer santral aylarca kapatılabilir. (Belçika’da şu günlerde olduğu gibi[6]) İşletme riskinin sadece sağlık açısından değil iktisadi açıdan da ne kadar riskli olduğunu anlamak için bu faktörü unutmamak gerek. Nükleer enerjinin şeffaf ve serbest bir piyasanın oyuncusu olmadığı açık. Sübvansiyonlar, sızıntı ve kazaların boyutlarını gizleyecek denetime kapalı otoriter rejimler nükleer enerji için tercih nedenidir. Bu nedenle kaça patlar sorusuna yanıtım kısaca “çok pahalıya” olacak.  


[1] http://www.reuters.com/article/2012/06/21/lithuania-energy-idUSL5E8HLBX620120621 adresinde en son 23 Eylül 2012 tarihinde görüldü.
[2] Renewables 2012, Global Status Report, REN 21.
[3] Reducing the capital cost of Nuclear Power Plants, Nuclear Energy Agency, 3 Şubat 2000.
[4] http://haber.gazetevatan.com/faturasi-25-milyar-s/463454/2/Haber adresinde en son 23 Eylül 2012 tarihinde görüldü.
[5] The Cost of Nuclear Power: Why nuclear will cost us more than the alternatives. No2nuclearpower, Şubat 2011.
[6] Bakınız: http://www.reuters.com/article/2012/09/13/belgium-nuclear-idUSL5E8KD9D420120913