Fransa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fransa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nijer’deki darbenin nükleerle ilişkisi

Özgür Gürbüz-BirGün / 11 Ağustos 2023

Nijer’deki askeri darbe Batı’nın özellikle de Fransa’nın gündeminden düşmüyor. Seçilmiş bir başkanın askeri darbeyle devrilmesine karşı çıkmamak mümkün değil ancak Avrupa ve Amerika’nın Nijer’e ilgisini sadece demokrasi aşkına bağlamak doğru olmaz. ABD ve Fransa’nın cihatçı güçlere karşı Nijer’de askeri üslere sahip olduğu biliniyor.

Batı’nın Nijer’e ilgisinin bir başka nedeni de “Sahel Bölgesi” diye de adlandırılan Orta Afrika ülkelerinin birçoğunda askeri darbelerin yönetimi ele geçirmeye başlaması. Mali, Gine ve Burkina Faso gibi 2021 ve 2022 yıllarında askeri cuntanın yönetimine geçen ülkelerin Nijer’deki cuntaya verdikleri destek gerçekten de endişe verici. Bölgede askeri darbeler adeta bir bulaşıcı hastalık gibi yayılıyor.

Fransa ve Batı’nın Nijer’e ilgisinin önemli bir nedeni ise diğerleri kadar gündeme gelmiyor. Nijer dünyanın önemli uranyum üreticilerinden. Aslında Nijer demek de pek doğru değil çünkü uranyum çıkaran Somair’in yüzde 63 hissesi Fransız firması Orano’nun elinde. 2021’de kapanan Cominak şirketinin çoğunluk hissesi de aynı firmanın elindeydi. 2015’ten bu yana çalışmayan SOMINA’nın da çoğunluk hissesi Çinli firmaların elinde. Nijer, 2022’de dünya uranyum üretiminin yüzde 4’ünden sorumluydu. Ülkeninaltından sonra en büyük ihracat kalemi.

Nijer’den gelen uranyumun Avrupa için önemini anlamak için de AB’nin uranyum ithal ettiği ülkelere bakmak yeterli. Nijer listenin başında yer alıyor. AB’deki uranyumun yüzde 24’ü bu ülkeden ithal edilirken, onu Kazakistan ve Rusya izliyor. Yeri gelmişken hatırlatalım. Evet, Ukrayna’nın işgalinden sonra Rusya’ya karşı Ukrayna’ya silah gönderen, yaptırımlar uygulayan Avrupa Birliği, Putin’in ülkesinden uranyum almaya devam ediyor. Nükleer santrallarda tasarımda belirlenen yakıtın dışında başka bir yakıt kullanmak oldukça zor. Rusya’nın VVER tipi reaktörlerinin çalışabilmesi Rusya’dan gelecek yakıta bağlı. Türkiye’de aynı sorunu yaşayacak. Yerli ve milli sloganlarıyla tanıtılan Akkuyu Nükleer Santralı, Rusya yakıt sağlamazsa çalışamaz. Nükleer enerjinin dışa bağımlılığının en net kanıtlarından biri yakıt meselesi.

Nijer’den gelen uranyumun en büyük alıcılarından biri de Avrupa’daki nükleer filonun üçte birine sahip Fransa. Fransa 2022 yılında uranyum ihtiyacının beşte birini Nijer’den sağladı. Geçen yıl Kazakistan’dan sonra ikinci en büyük tedarikçisi Nijer oldu, ithal edilen 7131 ton uranyumun 1440 tonu askeri cuntanın yönetimi ele geçirdiği Nijer’den geldi. Fransa’daki 56 nükleer reaktörün işletmecisi EDF şirketi yılda ortalama 8 bin ton uranyuma gerek duyuyor.

Fransa’nın Nijer’le ilgisinin ardında sadece sömürgecilik döneminden bugüne gelen ilişkiler yatmıyor. Enerji üretimini nükleere bağlamış ülkenin uranyum ihtiyacı, Fransız şirketlerin kontrolündeki uranyum madenlerinin akıbeti de Fransa’yı endişelendiren nedenler arasında. Askeri darbeye rağmen çalışan uranyum madenlerinin durması, uranyum fiyatlarının artmasına da neden olabilir. Nijer dünyanın en büyük yedinci üreticisi.

Türkiye’nin buradan çıkaracağı dersler var elbette, nükleer enerjinin dışa bağımlı olduğu gerçeği gibi ama kendimizi yormayalım. Mevcut hükümet, hatalarından geri dönme gibi bir niyeti olduğunu gösterirse haber vermesi yeter. O zaman seve seve yazarız. Şimdilik ver mehteri, Rusya yapsın nükleeri…

Nükleer inadı çok pahalıya patlayacak

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Mart 2020 

1986 yılında Çernobil’de meydana gelen kazadan ağır yaralı olarak çıkan nükleer enerji endüstrisi, yıllarca bu kazayı eski Sovyet teknolojisine bağlayarak nükleer enerjinin düşüşünü engellemeye çalıştı. Halbuki, çözülemeyen nükleer atık sorunu ve maliyetler nedeniyle nükleer enerjinin aranan çözüm olup olmadığı zaten tartışılmaya başlanmıştı. Çernobil’i eski teknolojiyle ve güvenlik tedbirleriyle ilişkilendirip, bir daha böyle bir kaza yaşanmayacağı garantisi verme üzerine kurulu bu strateji güç kaybeden sektörü kaza unutulana kadar ayakta tutmayı amaçlıyordu. 

Nükleer endüstri daha sonra iklim krizinden kendine pay çıkarmaya çalıştı. Çernobil ile Fukuşima kazaları arasında geçen sürede güçlenen rüzgar ve güneş teknolojileri, nükleerle maliyet rekabetine girebilir duruma gelmişti. Bu yüzden de pahalı nükleer santralları satmak için bir başka bahane gerekiyordu. İklim değişikliğini durdurmada kömür santrallarına göre daha az karbon emisyonuna yol açan nükleer santralların iklim krizine çözüm olabileceği iddiasıyla “nükleer rönesans” adı verilen yeni bir pazarlama kampanyası başlatıldı. Bundan dokuz yıl önce meydana gelen Fukuşima nükleer felaketi ise hem Çernobil’den bu yana kullanılan “yeni santrallar güvenli” masalını hem de nükleer rönesans kampanyasını çöpe attı. 

Japonya, kazaya kadar nükleer güvenlik konusunda dünyada örnek gösterilen ülkelerin başında geliyordu. Fukuşima öncesi 54 nükleer reaktörün çalıştığı ülkede şu an sadece 9 reaktör çalışıyor. 21 reaktör kapatıldı, 26 nükleer reaktör ise belirlenen yeni standartları henüz karşılayamadı. Elektrik üretiminin yüzde 30’unu nükleer santrallardan sağlayan Japonya’da bugün bu oran yüzde 6’ya geriledi. Elektrik üretiminde dengeler tamamen değişti. 2011 yılında güneşten sadece 4839 gigavatsaat elektrik üreten Japonya, 2018’de bu rakamı 67 bin 609 gigavatsaate çıkardı ve nükleer santrallardan (64 bin 929 gigavatsaat) daha fazla elektrik üretti. 

Fukuşima nükleer kazası sadece Japonya’yı etkilemedi. Başta Almanya olmak üzere birçok ülkede nükleer santrallardan çıkış hızlandı, yeni nükleer santral planları askıya alındı. Almanya hızlı bir nükleerden çıkış planı hazırlayarak, 17 nükleer reaktörden günümüze kadar 11’ini kapattı. Kalan altı reaktör de 2023 yılına kadar kapatılacak. Kaza, Almanya gibi zaten nükleer enerjiye kuşkuyla yaklaşan ülkelerin dışında, Fransa gibi nükleer enerjinin kalesi kabul edilen ülkelerde bile tartışma başlattı. Fransa tarihte ilk kez nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payının azaltılması için karar aldı. 2035 yılına kadar 14 nükleer reaktörünü kapatacak Fransa, nükleer santralların elektrik üretimindeki payını yüzde 80’lerden yüzde 50’ye indirme kararı aldı. 

Türkiye ise kazadan sonra Japonya’yı Sinop’a nükleer santral yapmaya davet ederek enerji politikaları alanında tarihinin en büyük hatalarından birine imza attı. Halbuki, ucuz denilen nükleer reaktörlerin Fukuşima sonrası getirilen güvenlik tedbirleriyle birlikte artan maliyetleri, nükleeri elektrik üretiminde bir seçenek olmaktan çıkarmıştı. Türkiye’de kamuoyu bu gerçeği Japon şirketleriyle yapılan pazarlıklar sonucu net bir şekilde gördü. Japon şirketler Türkiye’nin gerçek maliyetleri kabul etmemesi ve daha fazla ödeme yapmayı kabul etmemesi nedeniyle bu maceradan vazgeçti. Akkuyu’daki ısrar ise ekonomiye, çevreye, Rusya ile gidip gelen ilişkilere ve kamuoyunun nükleere hayır demesine rağmen sürüyor. Bu inat Türkiye’ye çok pahalıya patlayacak.

Nükleer atıklara yeşil ışık

KHK ile nükleer enerji düzenlemesi: Nükleer atıklara yeşil ışık

Yayınlanan KHK ile Rusya’nın ‘alacağız’ dediği nükleer atıkların Türkiye’ye geri gönderilmesine yol açıldı. Kurulacak olan Nükleer Düzenleme Kurumu’nun tarafsız olmayacağı da açık

Özgür Gürbüz-BirGün/10 Temmuz 2018

Alelacele çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerden nükleer enerji de nasibini aldı. Türkiye’de bir Nükleer Düzenleme Kurumu kurulmasını ve ilgili bazı kanunlarda değişiklik yapılmasını sağlayan KHK ile Rusya’nın alacağız dediği nükleer atıkların Türkiye’ye geri gönderilmesine de yeşil ışık yakıldı.

Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurmak isteyen Rus şirketi, sürecinden başından beri atıkları (aslında sadece yüksek seviyeli atıkları, orta ve düşük seviyeli atıklar Mersin’de kalacak) Rusya’ya götüreceğini söylüyordu. Kararname’nin 6. maddesinin ilk iki fıkrası ise Rus şirketin nükleer atıkları Rusya’ya götürdükten sonra geri getirmesine izin veriyor. 6. maddenin ilk fıkrası, “Türkiye Cumhuriyeti egemenlik alanı dışında yürütülen bir faaliyet sonucu ortaya çıkmış olan radyoaktif atıklar, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisine sokulamaz” diyerek, nükleer atıkların Türkiye’ye getirilmesine karşı çıkıyormuş gibi görünse de takip eden ikinci fıkra bir istisna koyuyor. Aynı maddenin ikinci fıkrası, “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde üretilmiş ve kullanım süresi dolduğunda menşei ülkeye iade şartı ile ihraç edilmiş radyoaktif kaynaklara ve radyoaktif atıkların transit geçişine birinci fıkra hükmü uygulanmaz” diyor.

Bu fıkranın anlamı şu. İçinde plütonyum gibi nükleer silah yapımında kullanılabilecek kullanılmış yakıt çubukları santraldan çıkarıldıktan sonra Akkkuyu’da soğutma havuzlarında bekletilecek, daha sonraysa Rusya’ya (Sinop için Japonya veya Fransa) götürülüp, silah yapımında kullanılabilecek maddelerden arındırıldıktan sonra yeniden Türkiye’ye gönderilecek ve radyoaktivitesi azalana kadar binlerce yıl Türkiye’de kalacak. Nükleer santral riskinin yanına nükleer atık riski de eklenecek.

Kurum bağımsız olamayacak 
Nükleer Düzenleme Kurumu (NDK), nükleer enerji ve iyonlaştırıcı radyasyonla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi sırasında çalışanların, halkın, çevrenin ve gelecek nesillerin iyonlaştırıcı radyasyonun zararlı etkilerinden korunması için gerekli ilke ve esaslarla, tarafların sorumluluklarını belirlemek için düzenlemeler yapacak. Yurt dışında da benzerleri görülen kurumun görünen en temel sorunu Türkiye gibi tek adam tarafından yönetilen, denetleme mekanizmalarından yoksun bir ülkede nasıl bağımsız olacağı.

KHK’nin 7. maddesin 1. fıkrasında, “…kendisine verilen görev ve yetkileri bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır” dese de,  aynı fıkrada kurumun ilgili bakanlığının, Cumhurbaşkanınca belirleneceği söylemi bağımsızlığına gölge düşürüyor. Kurumun karar organı olan Nükleer Denetleme Kurulu’nun üyeleri de Cumhurbaşkanınca atanıyor. Bakanlığa bağlı, üyeleri iktidarca belirlenmiş bu kurumun bağımsız kararlar alıp, şirketlerin veya devletin değil halkın sağlığını öne çıkaracağını düşünmek fazla iyimser olmayı gerektiriyor. Benzer kurumlar yabancı ülkelerde de var ama bağımsızlık için başka ilkeler de eklenmiş. Örneğin, ABD’deki benzer kuruluşun beş komisyon üyesi ABD Başkanı tarafından atansa da, Senato tarafından onaylanmak zorunda. Finlandiya’nın benzer kuruluşu STUK ise ülkede yapımı süren santralde bulduğu hataların üstünü örtmeyerek, belki de santralın 10 gecikmesine ve 5,5 milyar avro zarar edilmesine neden oldu. Türkiye’deki NDK’nin bu yapısıyla iktidarın ve şirketlerin hoşuna gitmeyecek benzer bir cesareti gösterebileceğini hiç düşünmüyorum. Umarım yanılırım.

NDK’ye verilen görevler arasında maruz kalınabilecek radyasyon dozlarını belirlemek de var. Bu da oldukça tartışmalı bir konu çünkü büyük nükleer kazalarda, sınır değerlerin artırılarak ortada bir risk yokmuş gibi davranılmasına yol açabilir. Fukuşima’da da bunun örneğini görmüştük. O yüzden kurumun bağımsız olmaması ve devletçe kontrol ediliyor olması sınır değerleri güvenilmez kılacak.

320 kişilik kadro ayrılan NDK’ye verilen yetkilerden biri de, ihtiyaç duyacağı konularda danışmanlık ve teknik destek alacağı, yüzde 51 hissesine sahip NÜTED adlı bir şirket kurmak. Bu şirketin yüzde 49 ortağının kim olacağı da önemli çünkü NÜTED’den istenen işin halk sağlığını tehdit eden ve nükleer firmaları rahatsız edebilecek bir konu olması durumunda, ortaklık yapısında bulunacak şirketin yapılacak araştırma veya denetim çalışmasını etkileyebilme gücü olabilir.

Sinop’ta “seçilmiş halkın” nükleer toplantısı

Sinop’ta nükleer için düzenlenen ‘halkın katılımı’ toplantısında amaç halkın katılmamasını sağlamaktı. Vali Hasan İpek ile görüşen CHP’li Sarıbal: Saray’dan aldığınız gücü kullanacaksanız istifa edin

Özgür Gürbüz-BirGün/ 7 Şubat 2018

Türkiye’nin en mutlu kentlerinden Sinop, az bulunan sessiz sakin kentlerden biri. Bu sessizlik dün sabah 4.30 gibi bozuldu. Sabahın erken saatlerinde, Samsun, Giresun ve İstanbul plakalı otobüslere doldurulan polis ve sivil kıyafetli insanların seslerine uyandım. Sinop Üniversitesi, Ahmet Muhip Dranas Uygulama Okulu’na doğru yola çıkan otobüslerin tek bir amacı vardı. Sinop’ta yapılmak istenen nükleer santralın ÇED süreci kapsamında düzenlenen halkın katılımı toplantısına halkın katılmamasını sağlamak. Mantıksız görünüyor ama toplantıya katılıp, nükleer santrala itirazlarını dile getirmek isteyen “halk” karşısında bariyerleri ve TOMA’ları görünce halkın katılımı toplantısına sadece “seçilmiş bir grubun” davetli olduğunu anladılar.

Sabah saat 6 gibi doldurulduğu söylenen toplantı salonuna yaklaşık 1 kilometre kala durdurulan Sinoplular ve beraberindeki kurum temsilcileri uzunca bir süre salona girmek için taleplerini kolluk kuvvetlerine iletti. Toplantıya katılması istenmeyen grubun içinde Sinop Milletvekili Barış Karadeniz, Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal ve aynı zamanda TBMM Çevre Komisyonu Üyesi, İstanbul Milletvekili Ali Şeker de vardı. Sinop Belediye Başkanı Baki Ergül de halkın katılımı toplantısında olmayanlar arasındaydı. Sinop’ta çevre mücadelesi veren, konuyla ilgili 300’den fazla kişi dışarıdayken, içeridekiler kimdi, onları oraya kim getirdi, bu bir merak konusu. Bu esnada toplantıda “nükleer iyidir” den farklı bir düşünen bir kişinin linç edilmeye çalışıldığı da görüldü. ÇED kapsamında yapılması ve farklı görüşlerin dinlenmesi gereken bu toplantının yapılmadığı, bu kan dondurucu olayla da belgelenmiş oldu. İki kişi bu esnada gözaltına alındı.

Sinop Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü Murat Şahin, “Sözümona halkın katılımı toplantısı olan bu toplantıya Sinop halkı ve NKP olarak katılacağımızı en başından beri söyledik” diyor. Şahin süreci şöyle özetliyor: “Bir haftadır Sinop’ta bir sıkıyönetim ortamı yaratıldı. Kentteki tüm otelleri dışarıdan gelen polislerle doldurdular. Buna rağmen Uygulama Oteli’ne doğru yola çıktık. Yolda kimlik kontrolüyle bizi geciktirmeye çalıştılar. Bir kilometre kala, polis barikatı ve TOMA’larla karşılaştık. Yerel yöneticiler ve milletvekilleri olmasına rağmen salonun dolu olduğunu söylediler. Sinopluların katılamadığı bu toplantı yapılamamıştır. Bir an evvel Sinop ve ülkemizi tehdit eden, bu ve bunun gibi projelerden vazgeçmesini talep ediyoruz. Bugün Sinop halkı da nükleer santralı istemediğini ve bunun için sonuna kadar mücadele edeceğini dosta düşmana duyurmuştur.”

Barikatın arkasında kalan Sinoplular, sloganlarla toplantıya katılma isteklerini duyurmaya çalıştı. Karadeniz duydu, yağmur duydu ancak toplantıyı düzenleyen Envy şirketinin yetkilileri bunu duymazdan geldi. Bir saat boyunca süren protestodan sonra topluluk seslerini duyurmak için Sinop Valiliği’ne yöneldi. Kent içerisinde yürüyüşe geçen topluluk, kent merkezinde nükleer karşıtı sloganlar attı ve tüm Sinopluları mücadeleye çağırdı. Valilik önüne gelindiğinde ise bir anda arbede çıktı, polis gaz sıkarak kalabalığı müdahale etti. Bir kişi de burada gözaltına alındı. Bu olaydan sonra toplantının iptalini isteyenler 200’den fazla dilekçeyle bu taleplerini Sinop Valiliği’ne iletti ve toplantıyı kurallara uygun gerçekleştirmeyenler hakkında suç duyurusunda bulundu. Uzunca bir süre Valilik önünde, polis barikatının arkasında tepkilerini dile getiren nükleer karşıtları, sabahın erken saatinde başladıkları protestolarını dört saatlik uzun bir maratonun ardından basın açıklamasıyla sonlandırdı.

Japon ve Fransız şirketlere karşı
Sinop, OHAL koşullarından faydalanmak isteyen Japon ve Fransız şirketlerine bir kez daha nükleere karşı olduğunu haykırdı. Taşıma polis ve taraftarla Sinop’ta nükleer değirmen döndürmeye çalışanların işinin zor olduğunu söyleyelim. Pahalı nükleeri finanse etmekte zorlandıkları bilinen, Cengiz, Kolin ve Kalyon konsorsiyumunun Akkuyu’daki nükleer santral projesinden çekilme haberi de, insanların itiraz ettiği ve ekonomik açıdan oluru olmayan bu projelerin ne kadar kırılgan olduğunun bir göstergesi. 6 Şubat 2018 tarihinde, Sinop’ta atılan slogan her şeyi özetliyor: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam.”

***
CHP’li vekil istifaya çağırdı
Nükleer santral projesinin yapılamayan halkın katılımı toplantısı sonrasında, CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, Sinop Valisi Hasan İpek'i istifaya davet etti. Valiyle yaptığı görüşmeyi BirGün’e anlatan Sarıbal, şunları söyledi: “Valiye açıkça şunu söyledim. Sizin göreviniz yasalardan, yönetmelikten gelen bu topluluğun haklarını mı korumak yoksa Enerji Bakanlığı’nın, Saray’ın veya bir grup rantiyecinin haklarını mı korumak? Eğer siz burada, polis koridoruyla halkın geleceğini, Sinop’un suyunu, doğasını, balığını ve çevresinin geleceğini bir grup rantçıya açık bir şekilde teslim edip, Sinop halkını dışarıda bırakıyorsanız istifa edin dedim. İstifaya çağırdım. Ya Sinop’a ihanet eden bir kamu görevlisi olarak kalacaksınız ya da onurlu biri olarak yaşamaya devam edeceksiniz. Siz buranın kamu görevlisiniz. Polisi oradan kaldırın ya da salonu büyüterek toplantıyı yaptırın. Yaptırmıyorsanız sorumluluk sizindir. Bu halk Çevre Bakanlığı’nı, Enerji Bakanlığı’nı tanımaz. Bu halk kamu görevlisi olarak sizi tanır. Siz de yetkinizi yasalardan alırsınız. Ama siz iktidardan, İçişleri Bakanlığı’ndan Saray’dan yetki alıyorsanız o zaman devletin valisi değil birilerinin adamı olursunuz, biz de bunu reddediyoruz dedim.”

ABD’de nükleer rönesans yalan oldu

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Ağustos 2017

Nükleer enerjinin durumunun Avrupa’da perişan olduğunu herhalde bizim Enerji Bakanlığı dışında herkes biliyor. Almanya nükleer santrallarını birer birer kapatıyor. Fukuşima öncesi, 17 büyük reaktöre sahip ülkede şimdi 8 nükleer reaktör kaldı. Onların da hepsi 2022’ye kadar kapanacak, yol haritası belli. Japonya’daki nükleer santral felaketi öncesi yeni santral yapmaya hevesli İsviçre şimdi tam tersini yapıp, eldekileri kapatıyor. İtalya, Yunanistan, Avusturya, Norveç, İrlanda ve Yunanistan gibi nükleere kapılarını kapatmış ülkeleri hiç saymıyorum.

Batı Avrupa’da yeni nükleer reaktör yapan iki ülke var; Finlandiya ve Fransa. Finlandiya’da 2005 yılında yapımına başlanan ve maliyeti 3 milyar 200 milyon avroyu bulacağı söylenen reaktör hâlâ bitirilemedi. Halbuki 2009 yılında işletmeye alınacağı söylenmişti. Şirketin tahmini, reaktörün 9 yıl gecikmeyle 2018 sonunda elektrik üretimine başlanacağı yönünde. Tek reaktörün maliyeti de 8 milyar 500 milyon avroya çıktı. Tahmin edilenin neredeyse 3 kat fazlasına.

Olkiluoto-3 reaktörünün Finlandiya’ya çok pahalıya patladığı ortada. Gecikme ve artan maliyetler yüzünden Finlandiyalı TVO şirketi ile reaktörü yapan Fransız Areva ile Alman Siemens şirketleri Uluslararası Tahkim Mahkemesi’nde davalık oldu. Areva, bu davadan büyük bir maddi ceza alacağa benziyor.

Fransa’daki proje de farklı bir durumda değil. Finlandiya’daki reaktörün bir benzeri de Fransa’da yapılıyor ve o da 10 yıla rağmen bitirilemedi. Bahsedilen reaktör ilk ortaya atıldığında teknolojisi ve ucuzluğuyla örnek olacak diye öve öve bitirilemiyordu. Dünyanın en büyük ekonomik fiyaskolarından biri oldu. Sinop’taki nükleer santral projesine de reaktör sağlayacak Areva, bu iki projeden dolayı ciddi zarar etti. Fransız hükümeti, batan nükleer reaktör yapımcısı şirketini kurtarmak için yine bir başka devlet şirketi EDF’yi devreye soktu.

Fransa gibi dünyanın hem teknoloji hem de nükleer enerjiyi kullanma konusunda öncü ülkesinde yaşananlar ve Fukuşima kazası, orada bile nükleer enerjiyi gözden düşürdü. Türkiye’de sık sık örnek gösterilse de Fransa’daki gerçek şu: Elektrik üretiminin yüzde 75’ini nükleer santrallardan sağlayan Fransa, 2025’e kadar bu payı yüzde 50’ye indirme kararı aldı.

Bizim ülkedeki bazı atom kafalar bunun ne demek olduğunu anlamıyor. Anlatalım. Elinde dünyanın en ileri nükleer teknolojisi ve halihazırda 58 tane çalışabilir nükleer reaktörü olan Fransa, bu en ucuz ve tehlikesiz olduğu iddia edilen enerji kaynağına sırtını çeviriyor. Fransa Çevre Bakanı Hulot, önümüzdeki sekiz yıl içinde reaktörlerden 17 tanesinin kapatılabileceğini söylüyor.

Bir devletin en ucuz ve en güvenilir olduğu iddia edilen enerji kaynağından vazgeçmesinin, o ülkeyi yönetenler delirmediyse bir nedeni vardır. “Paris’in yanında bile nükleer var” diye demeç veren ahaliye, Paris’te neler olduğunu anlamalarını özellikle tavsiye ederim.

ABD’de iki nükleer proje donduruldu
Gelelim ABD’ye. Nükleer enerji geri dönüyor masalını pompalayan ve bunu “Nükleer Rönesans” başlığıyla pazarlayan nükleer lobinin son fiyaskosu da Kuzey Amerika’da gerçekleşti. 1996’dan bu yana sadece bir nükleer reaktör devreye alan (o da, yapımına 1973’te başlanan ve ciddi finansal sorunlar nedeniyle 43 yılda bitirilen Watts Bar-2 reaktörü) ABD’de inşaatı süren dört reaktörden ikisi teslim bayrağını çekti. Neredeyse yarısı tamamlanan ve 9 milyar dolar harcanan iki reaktörü bitirmeme kararı alan Güney Karolina Elektrik ve Gaz Şirketi, projenin artan maliyetine işaret etti. İki reaktörün işe başlandığında 11,5 milyar dolara bitirilmesi bekleniyordu ancak yeni tahminler 25 milyar doları gösteriyor.

Şirket mevcut koşullarda nükleer enerjinin rekabet şansı olmadığını düşünerek 9 milyar doları toprağa gömdü. Bu kararda, Toshiba’nın alt kuruluşu ABD’deki Westinghouse Elektrik Şirketi’nin iflası da etkili oldu. Söz konusu iki reaktör Westinghouse tarafından sağlanacaktı. Onların sonu da Areva gibi oldu. ABD’de yapımı süren iki reaktör kaldı ve onların geleceğinin de pek parlak olmadığı ortada. O projelerin iptal haberlerini de yakında okuyabiliriz.

Türkiye’de ise Mersin Akkuyu’da 2018 yılında inşaata başlanılacağı, Sinop’taki sahanın gözden geçirilmesinin de bu yılın sonunda yapılacağı konuşuluyor. Eskiden nükleer ihale denince akla hemen rüşvet gelirdi. Toplantılarda, konferanslarda herkes yüzde 5’ten bahsederdi. Elbette bizde böyle şeyler olmaz ama dünyada bunlar yaşanırken Türkiye’de nükleer ısrarın devam etmesi aklıma hep o yüzde hesabını getiriyor. Projelerin iptal edilmemesinin mantıklı bir açıklamasını yapan da yok. Yüzde kaç diye sorsak itham etmiş oluruz. O yüzden sormuyorum.