Filiz Yavuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Filiz Yavuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Üniversitede 'nükleer propaganda' merkezi

Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurmak isteyen Rus devlet şirketi, İstanbul ve Mersin’deki merkezlerinde nükleer enerji propagandası yapmaya devam ediyor. İTÜ’de yer alan merkezin son hedefi ortaokul öğrencileri.

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Haziran 2016

Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurmak için Türkiye ile uluslararası anlaşmaya imza atan Rusya, bir yandan da nükleer enerji konusunda halkın direncini kırmaya çalışıyor. Mersin’de bu ay başı açıklanan beş bin kişilik anket sonuçları, Mersinlilerin yüzde 79’unun Türkiye’de nükleer enerjiye geçilmesini istemediğini ortaya koymasına rağmen, Rus devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’deki uzantısı Akkuyu NGS şirketi, Büyükeceli (Akkuyu), Mersin ve İstanbul’da açtığı ve ‘bilgilendirme merkezi’ adı verilen yerlerde nükleer enerji propagandası yapıyor.

Ortaokul öğrencilerine nükleer övgüsü
Devlet kurumlarıyla işbirliği yapan merkezler, zaman zaman okullardan getirilen öğrencilere de nükleeri öven, yenilenebilir enerji kaynaklarını yeren bilgiler veriyor. 2014 yılında açılan İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki (İTÜ) merkeze getirilen öğrenciler arasında artık ortaokul öğrencileri bile var. Öğrencilere dağıtılan broşürlerde ise ‘nükleer yakıt ile çalışan santrallerin çok ucuz enerji ürettiği’, ‘güneş ve rüzgardan enerji elde edilmesiyle doğa şartlarına aşırı bağımlı olunduğu’ gibi tartışmalı ve akla zarar bilgiler yer alıyor. 

İçerikte ne Çernobil ne Fukuşima var!
İTÜ’deki merkezde nükleer enerji eğitimine katılan çocuklara dağıtılan broşürde nükleer kaza riskinden, Çernobil veya Fukuşima’da olanlardan hiç bahsedilmiyor. Radyasyon konusu ise “güneş ışığına maruz kalındığında size radyasyon bulaşır mı” denerek bilimsellikten uzak bir yanıtla geçiştiriliyor. 

Üniversite propagandaya alet
Nükleer mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman ise, “kaza riski” konusunda farklı düşünüyor. Fukuşima kazası sonrası pekiştirdiği kaza risk olasılık hesapları zemininde, merkezlerde anlatılan bilgilerle katiyen aynı fikirde olmadığını belirten Yarman, yaşanan üç büyük kazaya (Üç Mil Adası-ABD, Çernobil ve Fukuşima) bakarak her biri Keban Barajı gücünde 100 nükleer reaktörden ez az birinin, 40 yıllık ömrü içerisinde, hiç bir kaza senaryosunun öngerememiş olacağı bir süreç sergileyerek, felakete sebep olduğunun ortaya çıktığının altını çiziyor. Yarman, “Dolayısıyla, kaza riski, yaklaşık yüzde 1’dir ve bizlerin öğrenci olduğumuz yıllarda hesaplanandan, 1000 değilse bile, asgarî 100 kat daha yükseğe tırmanmıştır” diyor ve ekliyor: “Karar merciinde olsam, böylesi yüksek bir riski, hiç bir biçimde göze alamazdım. Bunun altını önemle çiziyorum. Bir üniversite biriminin, her ne olursa olsun, milyar dolarlık şirketlerin, üstelik bilime gözlerini kapayarak, basit bir propagandisti gibi davranmasını kınıyorum”. 

Beni ‘Akkuyu’larda Merdivensiz Bıraktın adlı kitabın yazarı Filiz Yavuz ise “bu kadar niteliksiz bir broşüre imza atmaktan çekinmedikleri için Türkiye’nin en önemli ve saygın üniversitelerinden biri olan İTÜ açısından üzüldüğümü belirtmeliyim” diyor. Yavuz çocuklara dağıtılan broşürü, “Bilimsellikten son derece uzak bu broşürde de sıkça tekrarlanan nükleer enerjinin ucuz ve verimli olduğu argümanının yanı sıra Türkiye’nin enerjiye ihtiyacının giderek arttığı, nükleer santrallerin istihdam sağlayacağı, nükleer santraller yapıldığı takdirde Türkiye’nin dışa bağımlılığının azalacağı argümanları da dillerden düşürülmüyor. Bu argümanların hiç birisi doğru değil! Konu, yaşamı tehdit eden atık sorunu ve kaza riski üzerinden tartışılmıyor. İşlerine gelmediği için atık sorununu ve kaza riskini küçümseme eğilimindeler” sözleriyle değerlendiriyor. Yavuz, broşürde geçiştirilen nükleer atık sorununa da değinerek, içinde yüzbinlerce yıl tehlike arz edecek maddeleri barındıran nükleer atıklara dünyanın hiç bir ülkesinde çözüm bulunamadığına dikkat çekiyor. 

Doğa talanı yerine doğaya uyum
Rosatom, İTÜ, Arı Teknokent ve Akkuyu NGS’nin bilgilendirme merkezinin ortakları olarak belirtildiği broşürde sadece nükleer enerji övülmüyor aynı zamanda güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynakları da kötüleniyor. Solarbaba Platformu kurucusu Ateş Uğurel, yenilenebilir enerji kaynaklarının insanı doğa şartlarına bağımlı kıldığı argümanının doğru olmadığını söylüyor. Uğurel, “Güneş enerjisinden bahsedersek zaten tam ihtiyacın oldugu zaman (yazın-öğlen) elektrik üretip en yüksek talebe yanıt veriyor. Bu bir bağımlılık değil, faydalı bir durum. Elektrik depolama teknolojilerinin gelişimi ile birlikte 10 yıl içinde tüm rüzgar, güneş enerjisi santralları baz yük santral olacak, 7/24 elektrik üretecek” diyor. Güneş enerjisiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Uğurel, “Doğayı mahvetmek yerine, doğa şartlarına bağımlı olmak ve ona uyumlu bir yaşam modeli oluşturmak çok daha güzel bir alternatif” yorumunu yapıyor.

Nükleer elektrik değil yalan üretir

Özgür Gürbüz-BirGün/8 Mart 2015

Angra Nükleer Santrali, Brezilya-Foto: O. Gurbuz
11 Mart, tarihin en büyük nükleer kazalarından Fukuşima’nın yıldönümü. Kazanın üstünden dört yıl geçti. Radyoaktif kirlenmeye maruz kalan topraklarda yaşayanlar evlerine dönemedi. Japonya’da şu anda çalışan nükleer santral yok. Nükleer sızıntı durdurulamadı. İki hafta önce gazetelerde radyoaktif sızıntının sürdüğü haberleri vardı. Newsweek dergisinin 25 Şubat tarihli haberinin başlığı şöyleydi: “Fukuşima’daki sızıntı Mayıs ayından beri var ama TEPCO kimseye söylemedi”. Görmek isteyene nükleer belanın ne olduğunu anlatan bir başlık. Bugün Fukuşima veya Çernobil’de gördükleriniz gerçeğin sadece bir kısmı. Nükleer santrali kusursuz işletmek istiyorsanız iyi mühendislere değil, bolca yalana ve sır saklayacak bir hükümete ihtiyacınız var. Bu yüzden nükleer endüstri Türkiye’yi iyi bir ‘pazar’ kabul ediyor.

Yalan, nükleer enerjiyi savunanların sıkça başvurduğu bir araç. Sovyetler Birliği Çernobil’den sonra kazayı kendi vatandaşlarından bile gizlemişti. Ölü sayısı hep saklandı. Nükleer enerjinin lokomotifi diye gösterilen Fransa’da hükümetin sektöre verdiği sübvansiyon miktarı bir muamma. İngiltere’de, Sellafield’te meydana gelen nükleer kazanın ciddiyeti yıllar sonra anlaşıldı. Daha da korkuncu, İngiliz hükümetinin santralde çalışan işçiler üzerinde yaptığı deneylerin 2007 yılında ortaya çıkmasıydı. Nükleer tesislerde çalışmış işçilerin aileleri, akrabalarının ölümlerinden sonra vücutlarından parçalar, organlar alındığını ve bir dizi teste tabi tutulduğunu yıllar sonra öğrendi. 1962 ile 1992 yılları arasında İngiltere’de, nükleer sahalarda çalışan 76 işçinin organları, doku örnekleri ailelerine bile haber verilmeden incelenmişti. Çernobil sonrası Türkiye’deki yetkililer de, radyasyonlu çayları bize içirmiş, halka doğruların söylenmemesi için de bilim insanlarına baskı uygulamıştı. Tüm dünyada böyle onlarca örnek var…

Şeffaf, halkın bilgi isteğine, bağımsız kuruluşların denetimine açık bir nükleer santralin bugünkü piyasa koşullarında rekabet şansı yok. Sızıntılara ceza kestiğinizde, kazaların sorumluluğunu halka değil şirketlere yüklediğinizde hiçbir firma yeni nükleer reaktör kurmaya teşebbüs bile etmez. Bu yüzden dünyadaki nükleer santraller yaşlanıyor. Yaşlanan santrallerin yerine yenileri yapılmıyor. Bu yüzden yeni nükleer reaktörler Rusya, BAE, Çin ve Pakistan gibi ülkelerde alıcı buluyor. Nükleere verilen gizli destekler, rüşvetler, pazarlıklar açıklansa halk gerçeği görecek. O nedenle nükleer meseleler Türkiye’de olduğu gibi kapalı kapılar ardında hallediliyor. Bugün nükleeri savunanların televizyonlarda karşımıza çıkamayışı, gazetecilerin, bu işlere bulaşmış patronlarının korkusuyla nükleer meseleyi gündeme getiremeyişi bu yüzden.

İstisnalar yok değil. Filiz Yavuz’un, “Beni ‘Akkuyu’larda Merdivensiz Bıraktın” başlıklı kitabı bunlardan biri. Türkiye’de nükleer santral kurma mücadelesine tanıklık eden kitap, Çernobil’den günümüze, nükleer meseleye bulaşmış tüm tarafları buluşturuyor. Radyasyonlu çaylarla ilgili gerçekleri, nükleer silah tutkusunu, Sinop ve Mersin’in kaygılarını derli toplu bir şekilde okuyabiliyorsunuz. Kitapta nükleeri savunan hükümetin ciddiye almadığı önemli bir unsur var; insanlar. Belki de yazarının kadın olmasındandır. Nükleer enerjiye baktığında bir ticari anlaşmadan fazlasını görenler. Bırakacağı radyoaktif atıkları düşünen, kanser yapacağı yakınları için endişelenen insanlar.

BirGün’ün yeşil sayfaları için de hatırı sayılır bir emek harcayan Filiz Yavuz’un kitabı iki açıdan önemli. İlki, nükleer enerji konusunu tüm taraflarla konuşup, bize tarihi bir belge bırakması. İkincisi, konuyu halkın katılımı, kaza riski ve atıklar yönünden ele alarak, şirketlerin ve hükümetin gözünden değil halkın gözünden anlatmayı başarması. Nükleer lobinin birçok gazete ve internet sitesine sızarak propaganda yaptığı şu günlerde, Yavuz’un kitabı nükleer enerjiyi anlamak için hepimize iyi bir fırsat sunuyor.