Altın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Altın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Madenin değil bu düzenin felaketi

Özgür Gürbüz-BirGün / 21 Şubat 2024

Siyanür içerikli yığının altında kalan işçilere 10 gündür ulaşılamıyor. Türkiye, 10 gündür Erzincan’daki altın madeninde yaşanan felaketi izliyor. “İzliyor” kelimesi durumu herhalde en iyi anlatan kelime.

Erzincan, İliç’teki madeni işleten Anagold Madencilik’in yüzde 80 hissesine sahip SSR Mining firmasına kazadan hemen sonra üç soru sordum. Israr edince şirketin yatırımcı ilişkilerinden sorumlu Başkan Yardımcısı Alex Hunchak’tan yanıt geldi. Şu anda sadece arama ve kurtarma çalışmalarına ve kayıp madencilerin yerini bulmaya odaklandıklarını söyledi ve diğer sorularıma yanıt vermedi.

Merak ettiğim konu, işçilerin altında kaldığı yığın liçindeki siyanür gibi toksik maddelerin içeriği ile miktarı konusunda bir fikirleri olup olmadığı ve bir buçuk yıl içinde meydana gelen iki büyük maden kazasından sonra madeni kapatmayı düşünüp düşünmedikleriydi. Madenin kapatılması için şirketin kararını beklememek gerek elbette ancak hükümetin tavrı bize bu konuda hiç umut vermiyor. Başımızda halkın çıkarlarını düşünen bir hükümet olsaydı, ilk kazadan sonra madenin kapısına kilit vurulur ve bugün tanık olduğumuz felaket önlenirdi. Hepimiz herhalde bu durumun farkındayız.

***

ALMAN “AJANLARI” HAKLI ÇIKTI
Çevrecilerin, sivil toplum kuruluşları ve altın madenine karşı mücadele eden yöredeki insanların, Bergama’dan bu yana yaptığı uyarılara kulak asmayanlar yüzünden bugün bedel ödüyoruz. Madenlere, “siyanür doğaya bulaşabilir, atık havuzları sızdırabilir” diye karşı çıkanlara ‘Alman ajanı’ diye iftira atan “milliyetçi” ve “ulusalcı” iftiracılar acaba bugün neredeler? Umarım şirketlerin çıkarları için tasarlanan bu kirli oyunlara bir daha kimse alet olmaz. Altının bir ihtiyaç olmadığını fark ederek, mücadele sırasında alyanslarını bozdurup altını hayatlarından çıkaran dostlara, Bergamalılara da bu vesileyle bir kez daha selam olsun.

Gelelim günümüze. TMMOB Maden Mühendisleri Odası, kazanın nedenleri ve bizi bekleyen tehlikeye dair önemli saptamalarda bulundu. Özetle aktarayım. 2014 ve 2021 yıllarında hazırlanan ÇED kapasite artışı projeleri ile madendeki yığın liç tesisi için de kapasite artışı talebinde bulunulmuş. Her iki talep de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca uygun görülmüş. Projenin başlangıcında planlanan yığın liç alanı kapasitesi 34 milyonken, 2021 yılındaki son kapasite artışı ile 85,3 milyon tona yükseltilmiş. Böylece yığın liç alanının yüksekliği 250 metreyi aşmış. Maden Mühendisleri Odası, ikinci ve üçüncü liç alanı yapmak yerine, maliyetten kaçınmak için devasa tek bir alan oluşturulduğunu ve bu alanın kontrolden çıktığını belirtiyor.

Oda, 10 milyon metreküplük siyanür ve ağır metal içeren yığının, yeraltı sularına ve Fırat Nehri’ne karışma riskiyle ilgili de uyarılarda bulunuyor. Bölgenin yeraltı suyu haritasının çıkarılması, etki alanından, kontrol kuyularından, Sabırlı Deresi ve Fırat Nehri’nden düzenli örnek alınması ve sonuçların kamuoyu ile paylaşılması gerektiğinin altını çiziyor. Yığın liçi artık geçirgen toprağın üzerinde. Yağmurla, karla içindeki toksik maddelerin yeraltı sularına, oradan Fırat’a geçmesini önleyecek bir koruyucu yok. Ciddi bir riskle karşı karşıyayız.

Bu felaket bize siyanür kullanılan madenlerin ne kadar tehlikeli olduğunu göstermekle kalmadı, sanayi tesisleri kurulmadan önce izlenen prosedürlerin de formaliteden ibaret olduğunu gösterdi. Kaçak bir madenden bahsetmiyoruz. ÇED raporu ve tüm izinleri alınmış bir tesisten, dava süreçlerinde ‘bilirkişi’ heyetlerinin onayından geçmiş bir işletmeden bahsediyoruz. Risklerin hepsinin ele alınmadığı ortada. Kâğıt üstünde verilen onayların denetlenmediği ortada. Halbuki ÇED süreci raporu alınca bitmez. Son aşaması proje sonrası izleme ve değerlendirmedir. Raporda yazılanların kontrol edilmesini de içeren, işletmenin beşikten mezara tüm faaliyet sürecini kapsayan bir süreçtir.

Bilirkişilerin ne kadar yeterli olduğu, siyasi iradeden bağımsız karar verip veremedikleri de artık tartışılmalı. Yanlış karar veren, uzman olmadığı anlaşılan bilirkişilerin bir daha bu süreçlerde yer almaması sağlanmalı. İliç’teki maden felaketini büyük bir kaza diye nitelemek yanlış olur. Sistemin başından sonuna kadar her aşamada işlemediğini gösteren, büyük bir çöküşün işaretidir İliç.

Altın bir ihtiyaç mı?

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Şubat 2024

2023 yılı dünya altın talebi 4448 ton. Altın talebinin yarısına yakını (yüzde 48,73) mücevherat sektörü
kaynaklı. Merkez bankaları altın talebinin yüzde 23,32’sinden, yatırım amaçlı altın kullanımı ise yüzde 21,24’ünden sorumlu. 2023 yılında küresel altın talebinin sadece yüzde 6,71’i teknoloji alanında kullanıldı; 300 tondan azı. Dünya Altın Konseyi verileri, altının bir spekülasyon aracı ve mücevher olarak kullanıldığını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Teknoloji alanında gereken altının tamamının insanlık için gerçekten gerekli alanlarda kullanıldığını varsaysak bile sadece 300 tondan ya da yıllık altın talebinin yüzde 6,71’inden bahsediyoruz. Yaşadığımız endüstriyel hayata devam etmekte ısrarcıysak bize her yıl gereken altın bu kadar. 2023 yılında geri dönüştürülen altın miktarı ise tam 1237,3 ton. Teknoloji alanında kullanılan altın miktarının dört katından fazla. Özetle söylersek, dünya altın madenlerinin hepsini kapatsa ve artık altın çıkarmamaya karar verse, teknoloji alanında altın sıkıntısı diye bir şey olmaz. Hurda altınlar, geri dönüştürülenler yeter de artar bile.

İçinde her yıl azalan bir paya sahip olan diş hekimliğinin de olduğu teknoloji sektörünün altın ihtiyacı yıllardır bu oranda (son 10 yılda yüzde 8 civarı) seyrediyor. Hem elektronik hem de diş hekimliğinde altın talebi düşmeye de devam ediyor. 2023’te yüzde 7’inin altına düşmesi bu eğilimin bir sonucu. Dünya Altın Konseyi, insanların şu ana kadar 187 bin 200 ton altın çıkardığını söylüyor. Mevcut altın rezervlerinin hepsini, teknoloji alanında kullansak 624 yıllık ihtiyacı karşılıyor. Sadece mücevhere dönüştürülmüş altını teknoloji alanında kullansak 324 yıl altına ihtiyaç duymayabilirsiniz. Teknoloji alanında kullanılan altının da bir süre sonra geri kazanılıp tekrar kullanılacağını düşünürseniz, altın madenciliğinden bugün vazgeçmek istesek, bu kararın önünde teknik bir engel olmadığını görürüz.

Gıda üretiminin yapıldığı topraklar ve diğer ekonomik aktivitelerin gerçekleştiği ekosistemleri kirletme pahasına yürütülen altın madenciliğine ihtiyaç duyanların şirketler olduğu ortada. Çoğu zaman bu şirketler, Türkiye’nin altın ithalatı verilerini göstererek, madenleri meşrulaştırmaya çalışıyor. Elbette bu doğru değil. Yukarıda da görüldüğü gibi altın ithalatının temelini oluşturan gerçek bir ihtiyaç değil, bedeli yaşamla ödenen bir lüks.

Erzincan’daki Anagold madeninde göçük altında kalanları düşünürken, “güzel görünmek” veya “yatırım” amacıyla aldığımız altınları da düşünmemiz gerek. Altın madenciliği gibi elmas ve pırlanta madencilikleri de doğaya büyük zarar verir. Pırlanta yüzükle yapılan evlilik teklifleri, gelin ve damada takılan altınlar aslında bu korkunç sektörlerin ayakta kalmasını sağlayan, şirketlerin ellerini ovuşturarak izlediği ritüeller. Altın madenciliği kadar, bu gereksiz ritüellerin terk edilmesi de doğaya ve bu ekonomik tuzaklara düşürülen insana nefes aldıracak.

Bir hediye çekiyle verebileceğiniz hediyeyi, altına ya da başka bir değerli madene dönüştürmeden önce lütfen bu uğurda can veren insanları ve yok edilen yaşamı gözlerinizin önüne getirin. Bir altın alyans için 20 ton maden atığı ortaya çıktığını unutmayın. Bileğinize sevgilinizin doladığı bir ip, kalpten verilmiş bir söz sizi dünyanın en güzel insanı yapar. Dünyanın en büyük elması, pırlantası değil. Unutmayalım.  

Kanadalı altın şirketine sorular

Özgür Gürbüz-BirGün/1 Temmuz 2022

Erzincan İliç’teki Çöpler Madeni’nde meydana gelen kazadan sonra, madenin yüzde 80 hissesine sahip Kanadalı SSR Mining adlı firma iki ayrı açıklama yaptı. İki açıklamanın da amacı, yurtdışındaki yatırımcıları ürkütmemek, şirketlerinin değer kaybını önlemekti. Bu çabalara rağmen kapatma kararı ve 1 milyon dolarlık ceza geldiğinde hisseleri yüzde 11 değer kaybetti.

Foto: Cömert Erdem
İlk basın açıklaması kazadan altı gün sonra, 27 Haziran 2022’de yapıldı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın madende faaliyetlerin geçici bir süreyle durdurulacağını Twitter’dan açıklaması üzerine, kendilerine yazılı bir yönergenin gelmediğine vurgu yaparak, faaliyet durdurma haberini geçiştirmeye çalıştılar. Türkiye’deki açıklamaya benzer bir şekilde 20 ton siyanürlü solüsyondan değil, 8 kg siyanürden bahsettiler.

İkinci açıklama için bu defa altı gün beklemediler, 28 Haziran 2022’de basına bir metin daha gönderildi. Burada kapanmanın geçici olacağına dair önemli bir vurgu vardı. İkinci basın bülteni, Çevre Bakanlığı’nın kontrollerinden sonra sahanın yeniden açılacağından emin bir tavırla yazılmıştı. Bültenindeki en önemli ayrıntı ise, SSR Madencilik firmasının kazadan hemen sonra yetkilileri bilgilendirdiğini, 23 ve 24’ünde de sahayı denetlemeye yetkili ekiplerin geldiğini belirtmesiydi. 

Bunun üzerine Kanadalı şirkete aşağıda özetini sizlerle de paylaşacağım soruları, yanıtlarını gazetede yayımlamak üzerine sordum. Bu yazı kaleme alındığı tarihte henüz yanıt gelmemişti.

- Jandarmanın tuttuğu tutanakta 20 m3 (20 ton) siyanürlü solüsyon olduğu belirtiliyor, sizin açıklamanızda ise sadece 8 kg siyanürden bahsediliyor. Bu iki farklı rakamı nasıl açıklıyorsunuz?

 - Açıklamalarınızda sızıntının yığın liçi sahasında kaldığını ve hemen temizlendiğini belirtiyorsunuz ancak jandarma tutanağında sızıntının bir bölümünün yola ulaştığı, yani korumalı sahayı aştığı, daha sonra da kirlenmiş alanda toprağın taşındığı ve çamaşır suyuyla yıkama yapıldığı belirtiliyor. Çevre Bakanlığı da yaptığı açıklamada solüsyonun alt kottaki kuru dere yatağına ulaştığını ancak derede akış olmadığı için tehlike olmadığını belirtmiş. Sizin açıklamanızla diğer iki açıklama arasındaki çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

 - Maden sahasındaki kaza 21 Haziran 2022’de meydana geldi. Çevre Bakanlığı 27 Haziran’da sizden faaliyetlerinizi durdurmanızı istedi. Çevre Bakanlığı’nı beklemeden, şimdi yapıldığı belirtilen gerekli kontrolleri yapmak için neden madendeki çalışmaları kazanın olduğu gün durdurmadınız?


Sadece bu altı günlük bekleme süresi bile, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu maden istilasını durdurma konusunda mevcut hükümet ve şirketlere güvenemeyeceğini gösteriyor. Bir maden tesisinde olabilecek en kötü kaza oluyor ama faaliyetleri durdurmak için neredeyse bir hafta bekleniyor. Kanadalı şirket ve şirketin yüzde 20 hissesine sahip, Çalık Holding iştiraki Lidya Madencilik’in daha birçok sahası var. Sadece İliç değil diğer operasyonların da mercek altına alınması gerekir.

Adeta bir Don Kişot gibi madene karşı mücadele eden Sedat Cezayirlioğlu olmasa bu kazayı belki duymayacaktık. Kamuoyu baskısı olmasa ne şirket faaliyetleri durduracak ne de Çevre Bakanlığı bu kararı alacaktı. Altı gün beklemelerinden belli. Diğer madenlerde neler oluyor, ne kadarı bize anlatılıyor, bilmiyoruz.

Bergama’daki altın madenine karşı köylüler ve çevreciler direnirken genç bir muhabir olarak sahadaydım. Bir madenin doğaya, yaşama verebileceği en büyük zararlardan biri siyanürün doğrudan toprakla temasıydı. En çok bugün Erzincan’da yaşanan olayın yaşanma ihtimali nedeniyle madene itiraz edilirdi. Şirketlerin olmaz dedikleri yine oldu. Kaza haberlerinin ardı arkası kesilmiyor birkaç yıldır. Erzincan-İliç, Giresun-Şebinkarahisar, Artvin-Murgul…

İliç’teki altın madeniyle ilgili sorunlar sadece bu kaza ve sonrasında yaşananlarla sınırlı değil. Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği ve Çevre Mühendisleri Odası gibi birçok meslek odası ile sivil toplum örgütünün kaza sonrası yaptıkları açıklamalar aslında yıllardır yaptıkları uyarıların bir parçası. TEMA Vakfı, her ilde maden sahalarına açılmış alanları açıklıyor; yüreğiniz elveriyorsa bir bakın. Gıdaya, yabana, insana yer bırakmadan her yeri maden sahası ilan ediyorlar. 3213 sayılı Maden Kanunu’nda yapılan 20’den fazla değişiklikle, Milli Parklar dahilinde korunan alanlarda bile maden sahası açmanın önü açıldı bu ülkede. Bu yüzden sadece Çöpler Madeni’ni kapatmak yetmez, bu kanunları yapanları da değiştirmek gerek. 

Tohum dağıtacağınıza ağaçları kesmeyin

Cumartesi günü Çanakkale’nin Kirazlı köyündeydik. Kentin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajı’nın üstündeki tepedeyiz. Sağım solum, önüm yeşil ama arkam değil. Tepenin ardında binlerce ağaç kesilmiş.

Özgür Gürbüz-BirGün/7 Mayıs 2018

Postacılar tohum getirip duruyor. Zarfın içinden karaçam tohumları çıkıyor. Sanki dikecek bir metrekare yeşil alan varmış gibi. Tohumu elinize alıyorsunuz, bu beton yığınında nereye dikeceğim diye şaşakalıp yeniden zarfın içine koyuyorsunuz. Süs desem tohuma yazık, propaganda desem akla ziyan. Her yerde ağaç keseceksin sonra zarfla tohum göndereceksin.

Kentin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajı’nın üstündeki tepedeyiz. Meşhur Balaban’ın kahvesinde, doğanın ortasındayız. Sağım, solum, önüm yeşil ama arkam değil. Tepenin ardında binlerce ağaç kesilmiş. Size gönderilen karaçam tohumlarının sahibi ağaçlar yerlerde parça parça.

Zarftaki akıbeti belli olmayan tohumlardan bahsetmiyoruz. Yetişkin binlerce ağaçtan bahsediyoruz. Sincabıyla, kurduyla, kuşuyla orman olmuş, ekosistem olmuş ağaçlar bunlar. Bizlere dağıtılan tohumların toprakla buluşacağı, fidan olacağı bile şüpheliyken burada bir orman katliamı var. Dikilmişi, yetişmişi bıçağa yatırılmış. Ne için? Beş yıl çalışacak bir altın ve gümüş madeni için. Kanadalı Alamos Gold şirketi beş yıl altın çıkarıp zengin olsun diye Çanakkale’nin suyu, ormanı feda ediliyor. Şirketin internet sitesinden bir yetkilisine ulaşmak istiyorum, Türkiye’den ne bir telefon numarası var ne de bir eposta adresi.

İDA Dayanışma Derneği ve Çanakkale Çevre Platformu tarafından ağaç kesimini görmek için düzenlenen gezi ve foruma katılmak için bölgeye gelen CHP Bursa milletvekili Orhan Sarıbal durumu tek cümleyle özetliyor: “80 milyon insana karaçam tohumu gönderiyorlar, burada yüzlerce binlerce yıllık ağaçlarımızı kesiyorlar”. “Bu bir emperyalist saldırıdır” diyen Sarıbal, “Burada yaşananın farkındayız ama büyük fotoğrafa bakmalıyız. Hiçbir emperyalist yapı bir ülkeye girerken tek başına girmez, bir yerli işbirlikçi arar. Kim yerli işbirlikçi? Siyasi iktidar. Onların da taşeronu var” diyor.

İDA üyesi, “sınıf öğretmeni” İbrahim Gül’le forum öncesi konuşuyoruz. Kanadalı şirketin Türkiye’deki ayaklarından biri Doğu Biga Madencilik’in Kirazlı’da maden işletme ruhsatı olmamasına rağmen ağaç kesiminin, madenin ulaşım yoluna, iletim hatlarına uygun bir şekilde devam ettiğine dikkat çekiyor. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan da birkaç ay önce şirketin Gayrı Sıhhi Müessese Ruhsatı olmamasına rağmen ağaç kesimi yaptığından şikayet etmişti.

Maden projesinin ÇED raporu Danıştay’dan darbe yemiş. ÇED olumlu kararının iptalini reddeden dava kararı bozulmuş. Çanakkale Belediyesi içme suyumuzu tehdit eden bu projeyi istemeyiz diyor. Halk, Çanakkale’nin altın madenine değil doğaya ihtiyacı var ama Orman Bakanlığı sanki halkı değil Kanadalıları dinliyor.

Alamos şirketi Kirazlı’da yılda yaklaşık 3 ton (104 bin oz) altın çıkaracaklarını ve gram başı maliyetinin 13 dolar (55 TL) olacağını belirtiyor. Piyasa fiyatı bugün 178 TL. Projeyi anlattıkları sayfaya da Kirazlı’nın kısa vadede gelir getirecek çok önemli ve düşük maliyetli proje olduğunu büyük harflerle yazmışlar. Düşük yatırım ve işletme giderleri nedeniyle de dünyadaki madenler içerisinde en iyi getiri sağlayacak projelerden biri olduğunu da göğüslerini gere gere söylüyorlar. Türkiye’de ağaç kesmenin kolaylığı, hukuku ve halkı dinlememek, suyu altından değersiz görmek şirkete maliyet avantajı sağlıyor anlayacağınız.

Madenciler ülkenin gümüşe altına ihtiyacı var diye kafanızı karıştırmaya çalışabilir. O yüzden şu veriyi de yazının sonuna not düşelim. Türkiye ormanlarını bir mecburiyet, ihtiyaç yüzünden feda etmiyor. Örnek verelim. 2016 yılında 620 ton gümüş ihraç eden Türkiye, 1 gram gümüş ithal etmemiş. Ülkenin gümüşe ihtiyaç olmadığı ihracat fazlası vermesinden anlaşılıyor. Altın’da da politik oyunlar olmadığında durum farklı değil. Zaten çıkarılan altının çok azı teknolojik ürünlerde kullanılıyor, aslan payı ziynet eşyası. Hükümet ülkeyi düşünse, karaçam tohumlarını ziyan etmez, düğünde, sünnette altın takılması yerine hediye çekini yaygınlaştırmak için kampanyalar düzenlerdi. Hem ormanlarımız korunur hem de ekonomi nefes alırdı.

Gelin onlar yapmıyorsa biz yapalım. Bundan böyle geline, bebeğe altın takmayalım. Niyet zaten ekonomik destek. Bankadan, marketten hediye çeki alıp verelim. Çanakkaleliler bu işe öncülük etsin, bir kampanya başlatsın. Gümüşten, altından, pırlantadan, tüm eli kanlı madenlerden kurtulalım.

Ağaçlar insan öldürmez

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Şubat 2016

Anadolu’da ebemkuşağıyla (gökkuşağı) ilgili bir inanç var. İsmet Zeki Eyüboğlu, Anadolu’nun İnançları kitabında anlatır. Yüksek yaylalardan bakınca ebemkuşağının bir ucunun ırmak ya da denizde, diğer ucununsa dağın ötesinde olduğu düşünülür. Bu durumu görenler, “gök ırmaktan su çekiyor” der. Bu durum yağmurun habercisi kabul edilirmiş. Eyüboğlu, eski dinlerde ebemkuşağını görenlerin dua ettiğini de yazıyor.

Bugün Artvin Cerattepe ebemkuşağının gökteki ucudur. Diğer ucu, Artvin’de açılmak istenen madene karşı verilen direnişe omuz veren tüm kentlere; İstanbul’a, İzmir’e, Trabzon’a dek uzanır. Cerattepe’nin ağaçlarına göz kulak olan göğün aradığı su, Türkiye’nin dört bir yanından Artvine’e selam duran bin bir renkli direnişten toplanır. Türkülerle, sloganlarla ağaçların köklerine usulca bırakılır. Sosyal medyada paylaşılan mesajlar yaprakların bereketi, göğün renkleri, kuşların cıvıltısı için edilen dualardır. Anadolu’nun yozlaşmamış inancı doğa sevgisidir. Yakılan her direniş ateşinde ebemkuşağı görülür.

Ebemkuşağı kendini Cerattepe’de bir kez daha gösterdi. Jandarmanın dipçiği, polisin gazı, bakanların gazabı ebemkuşağını karaya çaldırmaz. Altının sarısı gökyüzünde kırılan renklerin yanında bir hiçtir; adı anılmaz. Ağaçlar dik durarak direnir. Onurlu bir direniştir onlarınkisi, para için ruhunu satan insana, emir kulu olana, dalını kaldırmadan yüreğiyle seslenen bir direniş. Çevrecilerin direnişi ne zaman ağacınkine benzer; eli kalkmaz, sesi kötü laf etmez, o zaman başarıya ulaşır. Ne zaman yüreğiyle karşı durur gaza, plastik mermiye, yalana ve talana; o zaman gök kuşağının ucundan bereketin kaynağı suyu toplamaya başlar. Ne zaman anlar ki beton değil ayağını bastığı toprak onun evidir, o zaman mücadeleyi kazanır. Bir renk olur ebemkuşağında, bir ucu dağda bir ucu denizde.

Ağaçların hırsı yoktur, başka bir canlıyı incitmez. Kısası, uzunu; boduru tombulu vardır ama yalancısı, talancısı, katili, hırsızı yoktur. Paraya, altına, parfüme tenezzül etmez güzelleşmek için. Bir dal, birkaç yaprak ama hepsi doğal. Ne zaman insan bir ağaç olur, o zaman gerçekten hayata tutunur. Ne zaman insan ağacı anlar, bileğinde altın değil bir başka dal yani dostun elini arar o zaman yaşamaya başlar.

Cerrattepe, Türkiye’nin el değmemiş ormanlara açılan kapısı. Artvin’de yaşayanların su kaynağı burası. Buranın hiç kimse için temel bir ihtiyaç olmayan altın ve bakır için yok edilmesi kabul edilemez. Bir şirket zengin olsun diye Türkiye’nin ortak mirasına dozerler giremez. Orada yaşayanların itirazları göz ardı edilemez. Cengiz Holding istiyor diye, ÇED raporunun iptali için süren dava sonuçlanmadan, mahkemenin gerekli gördüğü keşif heyeti beklenirken inşaata başlanamaz. Bu davanın, aralarında Türkiye Barolar Birliği, TMMOB, TEMA Vakfı gibi onlarca sivil toplum örgütünün de bulunduğu 761 davacısı var. Bu devleti devlet yapan onlarca kurum, bu ülkenin bakanını bakan yapan binlerce insan birleşmiş bir ağaç olmuş dozerlerin önünde duruyorken, davanın kararını vermek Mehmet Cengiz’e düşmez. Kar kış demeden o dağlarda nöbet tutan ağaç yürekli insanlar, yapraklarında ebemkuşağının ışıklarını parlatırken bize ancak bu destanı anlatmak, bu ülkeyi yönetenlere de, “bir hata ettik affedin” demek düşer.

Unutmayın, ağaçlar insan öldürmez. Bomba koymaz. Tuzak kurmaz. Nefret etmez. Kentlerde gördüğümüz gürültü, kavga, gülmeyen yüzler hep azalan ağaçların eseri. Parasız sahip olabildiğin mutluluktur ağaç. Her şeyin parayla satıldığı toplumlarda kötü örnek olduğu için kesilir. Kadınların katli, tecavüz, silahlı çatışma, cesetlere işkence, gece baskınları ağaçları görmeyen, sevmeyen insanların eseridir. Ebemkuşağının yedi rengini tek bir renk gibi görenlerin günahlarıdır bunlar.

Ağaçlar çocuk gibidir, masum ve mutlu. Onlara tüm kötülükleri büyükler gösterir. Çocuklar altını, parayı, nefreti, dövmeyi ve öldürmeyi bilmez. Şimdi, hele de Ankara’da patlayan bombalardan, yitirilen canlardan sonra hep birlikte “çocuklar ölmesin” deme zamanıdır. Çocuklara ve ağaçlara, yani geleceğimize sahip çıkma günü geldi. Sırat Köprüsü dediğin de zaten budur. Şiddetin etrafını cehennem gibi sardığı bu günde, incecik kalan barışın yolundan gitmek, barıştan yana ne varsa sahip çıkmak verilecek en büyük sınavdır. Ağaca, kuşa ve çocuklara sahip çıkanlar elbet kazanır. 

Haftanın anketi   
Bu hafta Twitter’daki mini anketimizde ‘Artvin’in en değerli hazinesi nedir’ diye sorduk. Yanıt veren 100 kişinin 93’ü doğası derken, 7 kişi altın dedi.

Yeni doğan çocuğa altın takılmaz

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Temmuz 2015

Artvin Cerattepe’de dostlar 20 yıldır madencilere karşı nöbet tutuyor. Artvin’in içme sularını sağlayan Cerattepe’de, Mehmet Cengiz’e ait Özaltın şirketi bakır madeni açmak istiyor. Aynı bölgede altın da var. Bakıra izin verilirse altın madeni de kapıda. Mehmet Cengiz’in hükümetle ilişkisini anlatmaya gerek yok. Mevcut yönetim Artvin’in tüm içme suyunu zehirleyeceğini bilse bile Cengiz’e hayır demez. Artvin Valisi şimdiden Cengiz’e devlet desteği sağlamışa benziyor. Mehmet Cengiz’in yazmaya elimin gitmediği meşhur ‘vecizesi’ Artvinlileri de kapsıyor olmalı.

Bilin ki bu işte bizim de payımız var. İnkar etmeyelim. Geçen hafta gittiğiniz düğünde taktığınız altın bilezik, yeni doğan bebeğin beşiğine iliştirdiğiniz çeyrek altının masum olduğunu düşünmeyin. Bugün Dersim’in Ovacık ilçesindeki Havaçor Vadisi’nde yine altın madeni açmak için hazırlık var. Nedeni, o sarı metale verdiğimiz değerden. İzmir’in tek temiz su havzasında, Efemçukuru’nda altın çıkarılıyorsa, Bergama’nın bereketli ovalarında altıncılar her türlü hukuk kararına rağmen hüküm sürüyorsa, bu işle ilgimizin olmadığını düşündüğümüz için.

Bir altın madencisine altının ekonomiye katkısını sorun. Size ballandıra ballandıra anlatır. Altın olmazsa herkesin işsiz kalacağını, ekonominin batacağını söyler. Cep telefonunuzdan, bilgisayarlara altın kullanıldığından bahseder. Halbuki çıkardıkları altının büyük bir bölümü süs eşyası ya da yatırımcılar içindir.

Televizyonlar, elektronik aletler için bize altın lazım diyenlere kanmayın. 2014 yılındaki 4 bin 410 tonluk altın talebinin sadece 346 tonu (yüzde 8’e yakını) teknoloji alanında kullanıldı[1]. Geçen yıl tüm dünyada geri kazanılan altın miktarının bin 175 ton olduğunu düşünürseniz, elektronik aletler için gerekenin üç katı miktarda altının sadece halihazırda çıkarılmış altınlardan karşılanabileceğini görürsünüz[2]. Yeni altın madeni açmadan hatta mevcutlarını kapatarak bile bu ihtiyaç karşılanabilir. Sadece merkez bankalarının altın rezervleriyle, yatırımcıların ellerindeki altınların bu talebi 180 yıldan fazla karşılamaya yeteceği söyleniyor[3]. Dünyada bugüne kadar çıkarılmış altın miktarı hesaba katılırsa bu süre 450 yılı bulabilir[4]. Yeni altın çıkarmadan tıptan, elektroniğe tüm gerekli altın ihtiyacını karşılayabiliriz. Bugün gördüğünüz tüm altın madenlerinin asıl nedeni şirketlerin size bilezik, kolye ve çeyrek altın satıp kâr etmek istemesi.  

Artvin’de 20 yılı bulan direniş sizi şaşırtmasın. Altıncılar bir kez ortaya çıktı mı kolay kolay gitmez. Dersim’deki maden hikayesi de farklı değil, yıllardır bir hayalet gibi Ovacık’ın üzerinde dolaşıyor. Halk kovuyor, şirketin adı, sahibi değişiyor ve altın madeni kabusu geri geliyor. Bergama’da da öyle olmadı mı? Alman vakıflarından girip, cemaatten çıktılar ve madeni güzelim topraklara kondurdular. Komplo teorici milliyetçileri kandırdılar, karşı çıkan çevrecilere saldırdılar. Bu süreç içinde kimse çıkıp, “yahu, kimin bu altına ihtiyacı var” diye sormadı. Şimdi Ege’nin bereketli toprakları kimyasal atıklarla, siyanürle iç içe yaşamak zorunda.

Altın denen illetten bir an önce uzaklaşın. Hediye mi alacaksınız? Koyun altın ederi parayı bir zarfa uzatın gelin ve damada. Olmadı adlarına fidan dikin, evlerine bir eşya alın, hediye çeki verin. Altını yastık altına atan ve süs için kullananlar arasında Hindistan, Çin, Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinin başta geldiğini unutmayın. Çözümün parçası olun.

Boynunuzda, bileğinizde ve parmağınızda o sarı bela olmadığında daha güzelsiniz. Bebeklere, yeni evlilere altın takıp hepimizin geleceğiyle oynamayın.
 

[1] Dünya Altın Konseyi.
[2] Dünya Altın Konseyi.
[3] Earthworks.
[4] ABD Jeolojik Araştırmaları Kurumu.

Çanakkale 100 bin parça

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Ekim 2014

Planlamaya hiç karşı olmadım. Hatta bizim gibi herkesin kafasına eseni yaptığı ülkelerde bir zorunluluk olduğunu bile düşünürüm. Ancak planı doğru yapacaksınız. Yanlış plan yaparsanız geri dönüşü olmaz. Balıkesir-Çanakkale 1/100 bin ölçekli Çevre Düzeni planı da geri dönüşü olmayan planlardan biri. Türkiye’nin en güzel illerinden Çanakkale bu planda katlediliyor. Türkiye’nin en temiz havası kömürcülerin tozuna, madencilerin siyanürüne feda ediliyor. El değmemiş ormanlar, eşine az rastlanır verimli tarım toprakları inşaat ve yol çetelerinin işgaline sunuluyor.

Planlar doğru yerleşmenin, sürdürülebilir yaşamın koruyucuları gibidir. Yanlış planlarsanız ya da bilerek yanlış yaparsanız çarpık kentleşmeye, ormansızlaşmaya, tarımda dışa bağımlılığa ve bin türlü sağlık sorununa davetiye çıkarırsınız. En değerli hazinemiz toprak biter. Çevre düzeni planı bavul değil. Boşaltıp yeniden dolduramazsınız. Orman, su ve hava gitti mi gider.

Çanakkale için yapılan planda dev sanayi bölgeleri, madencilik sahaları, Gökçeada ve Bozcada gibi korunması gereken yerlerin ranta açıldığı görülüyor. Bunların hangisine Çanakkale’nin ihtiyacı var? Tek tek bakalım.

Dünyada çıkarılan altınların yüzde 80’inden mücevher yapılıyor. Mücevher bir ihtiyaç değil, hayat kurtarmıyor, dünyayı ileri götürmüyor. Kalan yüzde 20’nin büyük bir kısmı da yatırım amaçlı alınıyor. Çıkarılan altının çok azı elektronik eşya yapımında kullanılıyor. Bunu iyi bir şey kabul etsek bile dünyada bilgisayarlara yüzlerce yıl yetecek altın zaten var. Mesele sadece bu değil. Altın madeni işletmelerinin ocak başı satış gelirinin sadece yüzde 2’si devlet payı olarak ödeniyor. Bergama’dan başlayarak hukukun askıya alınması, madencilere istedikleri gibi kirletme izni verilmesi birkaç kişiyi zengin etmekten ibaret. Bir altın yüzük için 18 ton maden cevheri atığı üretilen bir sektörden bahsediyoruz. Aklı, vicdanı olan biri bu madenleri plana koyar mı? Koymaz.

Planda termik santraller de var. Türkiye’nin elektrik talebi 2013’te sadece yüzde 1,3 oranında arttı. Santral yapımı ise hız kesmedi. Fazla kapasite var. Önümüzdeki yıllarda da elektrik talebi yüksek oranlarda artmayacak çünkü ekonomideki büyüme sınırlı kalacak. Daha da önemlisi, istenirse ekonomideki büyüme daha az enerji tüketimiyle gerçekleşebilir. Türkiye zaten enerjiyi kötü kullanan bir ülke. Verimlilikle, aynı gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi daha az elektrik tüketerek büyüme sağlanabilir. Türkiye’nin tüketimini klimaların zorladığı gerçeğini de unutmayalım. Ortada sanayi kaynaklı bir talep yok. O nedenle Çanakkale’yi kömür tozuna boğacak, tarımı bitirecek termik santraller plandan çıkarılmalı.

Çanakkale Boğazı’na yapılmak istenen köprü ise aynı İstanbul’da olduğu gibi trafik ihtiyacından değil, yol boyunca yeni yerleşim yerleri açma isteğinden o plana dahil edilmiş. Bina dikilen topraktan zeytin, domates, buğday, arpa, yulaf, çavdar, susam, tütün, fasulye, nohut, bezelye, börülce çıkacak mı? Siyanür toprağa ve suya bulaşınca kavun, karpuz, şeftali, ceviz, erik, badem, vişne, elma, armut, kiraz, domates, patlıcan, pırasa, lahana, ıspanak, havuç, biber ve türlü türlü üzüm yetişecek mi? Termik santralden bırakılan soğutma suları denize varınca tekir, mercan, barbunya, sardalye, lüfer, palamut, kılıç ve kolyoz oltaya takılacak mı? Hurda demirciler ve otomobiller ili işgal edince koyun, keçi, sığır ve 50 bine yakın arı kovanı yüz bin parçaya bölüp mahvettiğiniz Çanakkale’de yaşayacak mı? Yukarıdaki saydıklarım ürünlerin hepsi Çanakkale’de üretiliyor. Bir zahmet şu listeye bir daha bakıp Çevre Bakanlığı’na itiraz dilekçenizi hemen kaleme alın. İtiraz süresinin son günü 8 Ekim 2014. Bakanlığa, “Çimentoya su verilince karınlarımız doyacak mı” diye sormayı da ihmal etmeyin.

TRT payı yenilenebilir enerjiye ayrılsın

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Temmuz 2013

Türkiye’de toplanan vergilerin yüzde 70’e yakını dolaylı vergi. Kazanandan vergi toplayamayan hükümet faturayı halka çıkarıyor. Petrolden, cep telefonundan, köprü ve otoyollardan topladığı dolaylı vergilerle bütçeyi denkleştirmeye çalışıyor. Bakan Mehmet Şimşek’in itirafıyla, deprem vergisi diye alınan paralarla “duble yol” yapıldığı ortaya çıkınca işin aslı daha iyi anlaşılmıştı. 2012’de petrolden elde edilen dolaylı vergiler 50 milyar TL’den fazla. Bu paralar kim bilir nerelerde harcanıyor? Doğru dürüst vergi toplanmadığı için herkesin mecburen tükettiği ve kayıt altına alınabilen harcamalardan alınan vergiler yüksek tutuluyor. Akaryakıt, cep telefonu, doğalgaz, zorunlu sigortalar, ÖTV, otoyol ve köprü ücretleri ve harçlar devletin ayıbını örtmek için kullandığı araçlar. Halbuki vergiyi kazanandan alsalar, akaryakıttan alınan vergiler azalacak, dolayısıyla otobüs biletinin ücreti düşecek. Cep telefonuyla konuşmak bu kadar pahalı olmayacak. Bu birinci sorunumuz. Kazananın ödemediği vergi başkalarından tahsil ediliyor. Vergi adaleti yerlerde sürünüyor.

İkinci sorunumuz ise toplanan vergilerin harcanmasıyla ilgili. Vergilerinizin nerede harcanacağına dair tek söz söyleyemiyorsunuz. Toplanan vergiler herkese hizmet veren kamusal yatırımlara gitse sorun yok ama öyle örnekler var ki insanı çıldırtacak cinsten. Sünni Müslüman olmayanların vergisinin diyanet bütçesine aktarılması, camilere ücretsiz elektrik verilmesi, ödediğiniz elektrik faturalarından TRT’nin masraflarının karşılanması gibi. Evet, dağıtım şirketleri elektrik enerjisi satış bedelinin yüzde ikisini faturalara yansıtıp, topladıkları parayı TRT’ye aktarıyor. Az buz değil, 2012 yılında elektrik faturalarından alınan TRT payı 660 milyon TL’den fazla. Hükümetin resmi propaganda aracı gibi çalışan bir kanala ben neden vergilerimle destek oluyorum? TRT’yle elektrik tüketiminin ne ilgisi var?

Enerji Bakanı Taner Yıldız geçenlerde TRT payının kaldırılma ihtimalinden bahsetti ama bu mesele artık yılan hikayesine döndü. Çoğumuz elektrik faturamıza üstünkörü bakıyoruz, belki de o nedenle ses çıkaran çok az. Önerim bu payın kaldırılması yerine yenilenebilir enerji yatırımlarına veya enerji verimliliğine aktarılması. Almanya’da benzer bir uygulama var. Tüketilen her kilovatsaat elektrik başına 5,27 avro sent (13 kuruş) alınıyor ve bu para rüzgar, güneş, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına aktarılıyor. Bizde de TRT payı, aynı şekilde kullanılabilir. Bugün 100 liralık elektrik faturası ödeyen herkesten yaklaşık 12-13 kuruş TRT için kesiliyor. Miktar Almanya’yla kıyaslanamayacak kadar az ama ödediğimiz verginin doğru yere gitmesi anlamında örnek olabilir. Binasına yalıtım yapmak isteyenlere verilecek düşük faizli kredilere kaynak olabilir, güneş veya rüzgar enerjisine verilen alım garantisine eklenebilir. Böyle yapılırsa en azında elektrik için verilen para elektriğe gider. Bugünkü sistemde kömür ve nükleer gibi kirli kaynakların önünde hiçbir caydırıcı yaptırım olmadığı için yenilenebilir enerji kaynakları haksız rekabetle karşı karşıya kalıyor. Çevreyi kirletmemeye çalıştıkları için adeta cezalandırılıyorlar. Dillerden düşürülmeyen serbest piyasa bile enerji piyasası söz konusu olunca bir ucube aslında.

TURİSTİK MADEN
Elektrik faturalarından TRT’nin çıkması bu ülkenin tek garipliği değil. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Çanakkale’de doğa turizmi potansiyelini ortaya koymak için bir “master” plan hazırladı. Bu plana Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği itiraz etti. Doğa turizmini öne çıkarması beklenen master planda ne ararsanız var. Çanakkale’nin termik santral potansiyeli, altın ve gümüş madenleri iyi bir şeymiş, sanki turizmle ilgiliymiş gibi raporda yer almış. Sadece durum değerlendirmesi yapsa iyi ancak raporda, “maden potansiyelinin geliştirilmesi, yeni yatakların ortaya çıkarılabilmesi” gibi turizmi baltalayacak cümleler de var. Kaz Dağları’nın talan edilmesine seyirci kalan Orman Bakanlığı’na bağlı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Çanakkale Şubesi, madenlerin doğa turizmini etkileme olasılığından bahsetmemiş. Turizm görmeyeli çok değişti herhalde. Turistler deniz yerine kömür madenine girip, altın madenlerinin siyanürlü havuzlarında yüzüyorsa iş başka. Termik santrallerin kül dağlarından hediyelik eşya yapmayı da öğrendik mi köşeyi döndük!

NÜKLEER SANTRAL TURİST KAÇIRIR
Raporun kaynak analizi bölümünde enerji santrallerinin ısınma ve yemek pişirme için önemine de değinilmiş ve aynen şu cümleye yer verilmiş: “Her ne kadar resmi standartlara göre planlansa ve tehlike içermese de turistler nükleer santrallerin yakınında konaklamamaktadır”. Bunu Akdeniz’e ve Karadeniz’in en bakir kıyılarından Sinop’a nükleer santral kurmak isteyen hükümete bağlı bir bakanlık söylüyor. Yıllardır bu konuda uyarı yapanları yalanlayan hükümet şimdi ne yapacak? Sizi penguen belgeseli de kurtaramaz artık. Gel de gülme acınacak halimize.

Çanakkale’yi bekleyen tehlike

Bir ons altın elde ederken 70-80 ton maden atığı ortaya çıkarılıyor. Daha da kötüsü, madenlerden çıkarılan altının yüzde 80’inden fazlası süs eşyası olarak kullanılıyor
 
Özgür Gürbüz-BirGün/ 7 Ekim 2012

Bergama Altın Madeni
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’deki 28 potansiyel altın/gümüş yatağının dört tanesi Çanakkale ve civarında bulunuyor. Kaz Dağları temiz havasının, yemyeşil doğasının yanı sıra ne yazık ki bu altın yataklarına da ev sahipliği yapıyor. Altın madencileri pusuda. 10’dan fazla firma 40’a yakın noktada altın çıkarmak için yarışıyor. Altın arıyor demiyorum, o evreyi geçtiler. Sondajlar tamamlandı, işletme aşamasındalar. Hükümet çevreyi doğayı umursamıyor, madenciler ne isterse yapıyorlar. Yönetmelikler ve yasalar uygun şekilde değişiyor. Ağacın, temiz havanın altından daha değerli olduğunu anlamamışlar. Dedelerinin nasihatlerini unutmuş, torunlarının geleceğini ise umursamıyorlar. Varsa yoksa altın, para, mal ve mülk.
 
Çanakkale Çevre Platformu yıllardır var gücüyle “altıncı filo” dedikleri bu şirketlere karşı mücadele ediyor. Diyorlar ki, “Yaklaşık 1 gram altın için 3 ton suyumuz kirletilecek. Yöremizdeki su kaynakları ancak bize ve sulamaya yetiyor. Altıncı şirketlere verilecek bir damla suyumuz yok!” Hükümet ise önceliğim para diyor ama işin orası da şüpheli. Çanakkaleli çevrecilere göre bu işten devletin cebine giren devede kulak: “Üretilecek altın ve gümüşün tamamı zenginleştirilmiş cevher olarak yurtdışına çıkarılacak. Üretimin miktarının tespitinde madencinin beyanını esas alınıyor. Alıcı, satıcı aynı şirket. Ocakbaşı satış fiyatının sadece yüzde 4’ü devlet hakkı olarak veriliyor. Altıncılar onsunu 314 dolara mal ediyor daha sonra Türkiye bu altını onsu 1600 dolarlardan ithal ediyor” diyorlar. Kesilecek ağaçlar, madencilik faaliyetleri sonucu ortaya çıkacak ağır metaller de cabası.
 
HEPİMİZE İŞ DÜŞÜYOR
Çanakkale’yi geç tanıdım ama hemen aşık oldum. Türkiye’nin en güzel illerinden biri. İli güzelleştiren de sadece doğası değil insanları. Bu insanlara kulak vermek, onlarla dayanışmak boynumuzun borcu. Sanmayın ki onlar bu mücadeleyi kendileri için veriyor. Türkiye’nin geleceği Kaz Dağları’nda, Çanakkale’de, Munzur’da. Oradaki ağaçlar yoksa burada temiz hava yok. Orada dereler beyaz akmazsa burada domates, biber, zeytin, peynir yok. Çevre Platformu direniyor ama Çanakkale’de birçok kurum ya sinmiş ya da sindirilmiş. Halbuki hepsi aynı anda ses çıkarsa karşılarında kimse duramaz. Sadece Çanakkale’ye değil elbet, hepimize iş düşüyor.
 
Çanakkale’de sadece altın yok. Türkiye’nin bilinen en önemli bakır, kurşun ve çinko yatakları da bu bölgede. O yüzden nereye gitseniz bir başka maden haberi çıkıyor karşınıza. Değerli metal madenciliği doğanın ve dolayısıyla insanın en büyük düşmanlarından. Madencilik faaliyetleri dünyadaki enerji tüketiminin yüzde 7 ila 10’undan sorumlu. Buna karşın küresel istihdama katkısı yüzde 1’den az. ABD’de arsenik emisyonlarının yüzde 96’sı madencilik kaynaklı. Kütahya’daki maden kazasını hepimiz gördük. Atık havuzlarının barajı çökmez diyorlardı; çöktü.  Siyanür kullanıldığında tehlike daha da büyüyor.
 
Peki, çözüm ne? Kullandığımız eşyaların birçoğunun hammaddesi madenlerden geliyor. Telefonlarda, bilgisayarlarda, bindiğimiz taşıtlarda bu madenler kullanılıyor. Hepsinden vazgeçmek olası mı? İnsan her şeye muktedirdir demişler ama 7 milyara yakın insanı aynı anda ikna etmek kolay değil. O halde madencilik faaliyetlerinin sürdürülebilir olması, daha maliyetli olsa bile çevreye en az zarar verecek tekniklerin uygulanması şart. Bu madenlerin günlük hayatta kullanıldığı alanlar incelenmeli, ek vergi ve mali yükümlülüklerle yeni cevherlerin çıkarımı yerine yeniden kullanım ve geri dönüşüm desteklenmeli. Madencilik faaliyetlerinin özellikle Latin Amerika ve Afrika’da yerli halkların yaşadığı bölgelerde yapıldığı düşünülürse, özel şirketlerin değil devletin daha önemli rol oynaması ve gelirlerin o bölgedeki fakir insanlar için kullanılması sağlanmalı.
 
İş Kaz Dağları ve altına gelince durum daha farklı tabi. Ekolojik açıdan bu kadar önemli bir bölgenin, ciddi miktarlara varan kaliteli tarımsal üretimin riske atılması kabul edilemez. Temiz gıda ve temiz hava bu yüzyılın en değerli hazineleri. Altın yanlarında beş para etmez. Özellikle de altın. Bir ons altın elde ederken 70-80 ton maden atığı ortaya çıkarılıyor. Daha da kötüsü, madenlerden çıkarılan altının yüzde 80’inden fazlası süs eşyası olarak kullanılıyor. Görüldüğü gibi yaşamsal öneme sahip bir ihtiyaçtan bahsetmiyoruz. Çıkarılan altının bir bölümü de yatırımcılar tarafından satın alınıyor. Cebinizde ne kadar para olduğunun bir önemi yok. Kaz Dağları, Bergama, Kışladağ veya Efemçukuru. Hiçbiri bir süs eşyası için feda edilemez. Su, pamuk veya zeytin altından daha değerli. Moğollar’ın dediği gibi, “Ölüler altın takmaz”. Ölmek istemiyorsanız siz de takmayın.

'Kaz'ı kazan dağları

Oksijen ve yeşil cenneti Kaz Dağları'nda 11 şirket 37 ayrı noktada altın arıyor. Halk madencileri istemiyor Oksijen ve yeşil cenneti Kaz Dağları'nda 11 şirket 37 ayrı noktada altın arıyor. Halk madencileri istemiyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 16 Ekim 2007

 
HAVA: Kullanılacak 400 bin ton siyanürün 100 bin tonu havaya karışacak
TOPRAK:
Bitki örtüsü ve tarım en büyük darbeyi yiyecek
SU:
Sondaj çalışması sırasında bile içme suları bulanmaya başladı

DENİZ: Dere ve kaynakların aktığı deniz bu kirlilikten nasibini alacak
Çanakkale ve Balıkesir arasında dünyada oksijenin en bol üç yerinden biri olarak bilinen Kaz Dağları'nda altın ve diğer değerli metalleri çıkarmak için ruhsat isteyen 11 firma, doğa harikası bölgeyi tehdit ediyor. Homeros'un İlyada adlı eserinde İda (Kaz) Dağı diye bahsettiği bölge; havası, suyu, toprağı ve deniziyle geçmişi MÖ 2000'li yıllara kadar dayanıyor. Truva Savaşları'na tanıklık eden, efsanelere konuk olan Kaz Dağları'nın eteklerinde ise Türkiye'nin en bereketli meyvesi ve sebzesi yetişiyor. Yüksek Jeoloji Mühendisi Tahir Öngür'e göre, Çanakkale, Etili, Bayramiç, Ezine, Ayvacık ve Küçükkuyu bölgelerinde çalışacak olan bu madenler, ömürleri boyunca toplam 300-400 bin ton arası siyanür kullanacak. Öngür, bu rakamın yaklaşık yüzde 30'unun yani 100 bin ton siyanürün havaya karışacağını söylüyor. Ayrıca bu madenler çalıştığı süre boyunca 1 trilyon ton kadar kayayı kazacak ve bütün Çanakkale ve ilçeleri kadar su tüketecek.

Şirket: Çevreye duyarlıyızŞu ana kadar 37 ayrı noktada altın çıkarmak için ruhsat başvurusu yapan 11 firma arasında Kanada'nın dev maden firması Teck Cominco'nun da ortağı olduğu irili ufaklı çok sayıda firma bulunuyor. Bu firmalar, Gönen'den Çanakkale İl Merkezi'ne, Çan'dan Edremit Körfezi'ne kadar olan bölgenin hemen hemen tümü için arama ruhsatı almış durumda. Global Madencilik şirketi ise başta siyanür olmak üzere yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Siyanür ile ilgili raporların incelenmediğine dikkat çeken yetkililer, "Türkiye'de ithal edilerek kullanılan siyanür ve türevlerinin sadece yüzde 8'i altın madenciliğinde, yüzde 92'si ise çeşitli endüstri dallarında (boya, plastik, fotoğrafçılık, sağlık, ziraai ilaçlama vb.) kullanılmaktadır" açıklamasını yapıyor. Firma yetkilileri sadece Kaz Dağları değil Türkiye'nin tamamının hassas olduğuna inanıyoruz" diyor ve çalışmalarını çevre - insan faktörlerini en üst seviyede koruyarak sürdüreceklerini taahhüt ediyor.

Sorun Maden Yasası’ndaÇanakkale'de nereye gitseniz altın madenlerine karşı bir pankart ya da bir imza kampanyasıyla karşılaşılıyor. Bildiri dağıtan, imza toplayanlara halktan büyük destek var. Aramaların hızlanması turizm, zeytincilik ve halk sağlığıyla ilgili kaygıları artırıyor. Çanakkale ve Balıkesir'e bağlı belediye ve sivil toplum örgütleri birbiri ardına toplantılar düzenleyip, altın arama faaliyetlerinin durdurulması için çalışmaya başladı. Küçükkuyu Seğmen Otel'de 6 Ekim'de düzenlenen panele köy ve kentlerden binin üzerinde insan katıldı. Belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri 27 Ekim'de Çanakkale'ye gelmesi beklenen Enerji Bakanı Hilmi Güler'den Maden Yasası'nın değiştirilmesini istiyor. 2004'te 5177 sayılı kanunla, Maden Yasası'nda yapılan değişiklikler maden arama çalışmalarına sahil şeridi ya da milli park içinde bile olsa izin veriyor. Kazdağı Koruma Girişimi sözcülerinden Süheyla Doğan, Türkiye'deki ilgili kuruluşlarla birleşerek "Maden Yasası'na Hayır" kampanyası başlatmayı hedeflediklerini belirtiyor.
Köylü, “biteriz” dedi madenciyi kovdu
Sondaj sırasında içme sularının kirlendiğini belirten köylüler: "Elde bir şey kalmaz, elbirliğiyle sonuna kadar gideceğiz.".
Bizi Küçükkuyu'da yakalayıp madenlere karşı mücadelenin merkezindeki Bahçedere köyüne götüren 61 yaşındaki Hüseyin Yığın, "Biz biteriz" diyor. Altına isyanın özeti bu. "Ne zeytinlikler kalır ne suyumuz, el birliği edecek sonuna kadar gideceğiz" diye ekliyor. "SABAH gazetesinden gazeteciler geldi" anonsu tüm köyde yankılanıyor; kahve kısa süre içinde pazara inmemiş köylülerle doluveriyor. Her gazeteciye konuşmuyorlar, bazıları Bergama'daki madeni işleten Koza Madencilik'in temsilcileriyle gelmiş köye. "Sağ gösterip sol vurdular" diye kızıyorlar. Gergin bir bekleyiş hâkim. Bahçedere köylüleri, köyün yukarısındaki sondaj çalışmaları sırasında bile sularının kirlendiğini söylüyor.

KandırdılarGlobal Madencilik ve Taşımacılık firması, 38 bin dönüm arazide sondaj yapma izni almış. Köylüler, şirket yetkililerinin köye ilk gelişlerinde altın aradıklarından bahsetmediklerini, tatlı getirip kahvede beraber yediklerini söylüyorlar. Sondajın sonuna doğru altın aradıkları ortaya çıkınca araları bozulmuş. Sürenin dolmasının ardından, birkaç gün önce tekrar sondaj alanına gelen şirket yetkililerini bu defa ormana sokmamışlar. Orman Müdürlüğü, köylüleri haklı bulup izinleri biten madencileri geri göndermiş. Sondaj için orman içinde açılan yol, dozerlerle yıkılan kayın ve çam ağaçları ise Bahçederelileri kızdıran bir başka konu.
Homeros İlyada ve İda Dağı
Kaz Dağları’nın bilinen tarihi MÖ 2000'li yıllara kadar dayanıyor. Bu tarihlerde kurulmaya başlayan birçok kent Truva savaşları sırasında yok edilmiş. Homeros, İlyada'sında İda Dağı (Kaz Dağı ) için 'Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası' diye bahseder. İda Dağı, mitoloji ve efsaneler dağı olarak biliniyor. Kaz Dağları'ndaki üç ünlü efsaneden biri Yunan efsanesi İlyada diğeri Sarıkız Efsanesi ve Hasan ile Emine'nin aşkını anlatan öyküler. Doğal su kaynaklarıyla ünlü bölgede bin 500 metre yükseklikte bile yaz ve kış kurumayan kaynaklar mevcut.
Siyanürle altın ayrıştırmanın yasak olduğu yerler
* Alman Parlamentosu, 2001'de Avrupa Birliği düzenlemelerini gerekçe göstererek siyanür kullanılmasına hiçbir hükümet biriminin izin veremeyeceğine karar verdi.

* Çek Cumhuriyeti 2001'de siyanürlü altın çıkarılmasını yasakladı.

* Yunanistan'da 2002'de siyanürle altın çıkarmak isteyen firmanın ruhsatı iptal oldu ve yasaklandı

* Romanya'da 2000'de yaşanan bir siyanür sızıntısı sonrası Macaristan ve Yugoslavya'dan geçen Tuna Nehri kıyılarına binlerce ölü balık vurdu. Ülke, AB düzenlemelerini kabul ederek siyanürlü altın çıkarılmasını yasaklamaya hazırlanıyor.

* ABD'de ise Wisconsin ve Montana eyaletlerinin hepsinde, Kolarado'nun 5 ayrı bölgesinde siyanür kullanılarak altın çıkarılması yasaklandı.