İstanbul 2020 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul 2020 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Olimpiyat ruhu bize uzak

Özgür Gürbüz-BirGün/8 Eyül 2013

Bu yazıyı yazarken 2020 Olimpiyatları’nın hangi kentte yapılacağı henüz açıklanmamıştı. İstanbul seçilsin ya da seçilmesin, ‘olimpiyat ruhu’nu hatırlamakta, Türkiye’nin mevcut haliyle olimpiyat ruhuna ne kadar uzak olduğunu görmekte fayda var. Dünyanın ve Türkiye’nin beş halkanın üstünde uçuşan barış güvercinlerini geri çağırmaya çok ihtiyacı var.

Barış ve Olimpiyat
Olimpiyatların doğduğu antik Yunan’da, oyunlardan bir ay önce kent devletleri arasında ateşkes ilan edilirdi. Böylece sporcu ve seyirciler Olimpiya’ya korkusuzca gidebilirdi. Hasım ülkeler güçlerini disk atarak, koşarak ve güreşerek gösterirlerdi. Olimpiyatların nasıl doğduğuna dair onlarca rivayet var ama bir tanesi bana daha inandırıcı gelir. Bu rivayete göre Elis Kralı İfitos savaştan bunalmış, düşmanlarından kurtulmaya çalışmaktadır. Bir kâhin ona tanrıların şerefine bu oyunları düzenlemesini tavsiye eder. İfitos kâhini dinler ve oyunlar başlar. Ateşkes çağrısıyla birlikte oyunların duyuruları yapılır. İşin içine tanrılara adanmış bir yarışma girince Spartalılar, Elis kentini oyunlar boyunca rahat bırakır.

Buradaysa ateşkes silahların ve sözlü tehditlerin gölgesinde geçiyor. Türkiye’nin barışla arası iyi değil. Barış güvercinleri dilimizden düşmüyor ama yüreğimize de hiç konmuyor. Üstünden 500 yıl geçen fetihleri kutluyoruz. Halbuki fethetmek sadece bir tarafı, tarifi zor bedeller karşılığında mutlu edebilir. Barış ise iki tarafa kazandırır. Zafer kazandığımız günler tatildir ama imzaladığımız barış anlaşmalarının, biten savaşların gününü kimse hatırlamaz. 2020 Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, keşke günlerini komşusu Suriye’ye saldırılması için lobi yapmak yerine, Kral İfitos gibi ateşkes çağrısı yaparak geçirseydi. Orta Doğu’ya savaşı değil barışı getirmeye çalışsaydı.

Ustalık ve Olimpiyat
Antik Yunan’daki demokrasiyi de mumla arar haldeyiz. Rakibe saygı, ne spor sahalarında ne de politikada kaldı. Birbirleriyle savaşan kentler ateşkes ilan edebilirken, aynı ülkenin siyasi partileri barış günlerinde el sıkışmaktan sakınır halde. Meclis çatısı altında bir küfür, kıyamet gidiyor. Sokaklar ikiye bölünmüş. Tarih usta sporcuların alçak gönüllüğünü yazarken, zamanın gerisindekiler ‘usta’nın kibrine övgüler düzme hevesindeler. Halbuki Emil Zatopek’i gördü bu pistler. 1948’de 10 bin metrede, 1952’de 5 bin ve 10 binde geçtiği Alain Mimoin ile yaşadığı diyaloğu unutmadı. 1956’da Zatopek, kendisini ilk kez geçip Olimpiyat Şampiyonu olan Mimoin’i şapkasını çıkararak selamlamıştı. Hem de Mimoin’in kendisini bitiş çizgisinde bekleyip, “Emil, bu sefer ben kazandım” demesine rağmen. Pardon, usta mı demiştiniz?

Umut ve Olimpiyat
Umutsuz değiliz elbet. 1968 Olimpiyatları’nda 200 metrede altın ve bronz madalyaları alan Tommie Smith ve John Carlos’un madalya töreninde kalkan siyah eldivenli ellerine benziyor park direnişleri. Irkçılığa, ötekileştirmeye karşı kalkan siyah yumruklarımız oldu parklarımız ve ağaçlarımız. Bugün İstanbul’un son yeşil alanlarını korumak için Kuzey Ormanları’nda kamp yapıyor insanlar. Belki de şu anda Riva yolundasınız. Ötekiler, çapulcular ve yüzde 50 denilenlerin sıkılmış siyah yumrukları havada. Gezi Parkı ise Etiyopyalı maratoncu Abebe Bikila’yı ateşleyen dikili taşa benziyor. Yer Roma, 1960 Olimpiyatları. Çıplak ayakla koşan Bikila, yarıştaki son atağını bitişe 1 kilometre kala yapmaya karar veriyor. Depar için koyduğu işaret İtalyanların Mussolini zamanında ülkesi Etiyopya’dan alıp getirdikleri meşhur dikili taş. Bikila depara orada başlıyor ve rakibi Faslı Abdesselem’e 200 metre fark atarak altın madalyayı alıyor. Bikila 1964’te 40 gün önce geçirdiği apandisit ameliyatına rağmen maratonu yine birinci bitirerek olimpiyat tarihine geçiyor. Üst üste iki kez maraton kazanan ilk sporcu Abebe Bikila.

Türkiye’de gerçek bir demokrasi isteyenlerin depar işareti de Gezi Parkı oldu. En güzel 100 metreyi koşmaya orada başladı bu ülke… Şimdi demokrasi rekoru kırmaya çalışıyor. Ankara’da ODTÜ’de, İstanbul’da Riva’da. Olimpiyat ruhu, olimpiyatların doğduğu Elis’e çok da uzak olmayan bu topraklara geri dönmeye çalışıyor.

Beş halka yirmi beş

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Ağustos 2012

İçkim, kumarım, sigaram, iddiam ya da lüks takıntım yok ama 'spor tutkum var. Güreşten basketbola her daldaki müsabakaları izlerim. “Ok buldu mu atılır, yerde raket görülse öpüp başa konulur” cinsinden. Beşiktaş'ın maçına gidilir, devre arasında politika, çevre meseleleri konuşulur. Öyle bir şey bizimkisi. Bu nedenle şartları zorladık, kendimizi Londra'ya attık. Bulduğumuz bir voleybol maçı biletine, maç sonrası adlarını herhalde hiç öğrenemeyeceğim tatlı bir İngiliz çiftin hediye ettiği bir başkasını da ekleyerek, topu filede görmeyi başardık. Elimizde barış bayrağı, sokak sokak dolandık.

Memlekete dönünce gördük ki Londra'da atletler madalya için ter dökerken bizimkiler 2020 olimpiyatlarını İstanbul alır mı almaz mı onun tartışmasını yapmaya başlamış. Bence alıp almamasını değil, altından kalkabilir miyiz onu tartışmalı. Parayı verirseniz her tesis yapılır ancak başarılı bir olimpiyat düzenlemek için üç şeye ihtiyaç var: İyi bir organizasyon, çok sayıda spor sever ve haliyle ev sahibi ülkenin sportif başarısı. Londra'da bunlar vardı. Kentin dört bir yanına dağılmış gönüllüler, Hyde Park gibi önemli yeşil alanlara kurulmuş dev ekranlar ve metro ağı boyunca müsabaka salonlarını gösteren işaretler sayesinde Londra'nın olimpiyatlar için kurulmuş bir şehir olduğunu bile düşünebilirdiniz. Kentin tüm turistik alanlarında olimpiyatların izleri görülüyordu. Her köşe başında karşınıza çıkan ve yaşları 20 ile 70 arasında değişen gönüllüler size yardımcı oluyordu. Binlerce kişi iki hafta boyunca ücret almadan çalıştı. İngiltere ekonomik krize rağmen olimpiyatları ülke gündeminin en üst sırasına taşımayı başardı. Futbolun beşiğinde en az gözüme çarpan olimpik sporlardan biri futbol oldu. Bizde ise medya olimpiyat süresince bile futbolla yatıp futbolla kalktı. Bir de, “nerede bu olimpiyat madalyaları” diye kızıyorlar.

BİZİM BİLETLER KİME GİTTİ?
Spora ilgi tamamdı. Bilet bulmadaki zorlukları ve sponsor firmalara verilen biletlerin kullanılmaması nedeniyle ilk günlerde görülen boş koltukları saymazsak İngiltere yukarıda belirttiğimiz üç konuda da sınıfı geçti. Halk tepki gösterince biletler geri çağrıldı ve satışa sunuldu. Bizde Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'ne tahsis edilen biletlerin kimlere verildiğini bilen var mı? Neden böyle bir liste Komite'nin internet sayfasında yok? Türkiyeli seyircilere ait biletleri kimler aldı?

İngiltere, Çin ve ABD'nin ardından en çok altın madalya alan ülke oldu. Aynı 2008 Olimpiyatları'nı düzenleyen Çin'in yaptığı gibi, kendi evlerindeki oyunlara iyi hazırlandılar ve madalya sayısını bir önceki olimpiyatlara göre artırmayı başardılar. Resmi adıyla söylersek Büyük Britanya Krallığı ve Kuzey İrlanda, 2004 Atina Olimpiyat Oyunları'nda dokuzu altın toplamda 30 madalya almıştı. Bu tarihte 2012 olimpiyat oyunlarının Londra'da yapılacağı belli oldu ve hazırlıklar başladı. Londra'dan bir önceki yaz oyunları Pekin'deydi ve Birleşik Krallık'ın altın madalya sayısı orada 19'a çıktı. Ben bu yazıyı yazarken 25'i altın, 52 madalyayı ceplerine koymuşlardı. Olimpiyatlarda başarılı olmak için yıllar öncesinden sporcu yetiştirmeye başlamalısınız.

Ev sahibi ülkelerin madalya gelişimi
Çin Halk Cumhuriyeti
Sidney 2000
Atina 2004
Pekin 2008
28 A-16 G-14 B
32 A-17 G-14 B
51 A-21 G-28 B

Birleşik Krallık
Atina 2004
Pekin 2008
Londra 2012*
9 A-9 G-12 B
19 A-13 G-15 B
25 A-13 G-14 B

Avustralya
Barselona 1992
Atlanta 1996
Sidney 2000
7 A-9 G-11 B
9 A-9 G-23 B
16 A-25 G-17 B
*9 Ağustos 2012 itibariyle
A: Altın, G: Gümüş, B: Bronz

KADINLAR ÖN PLANDAYDI
Türkiye'nin bu yılki olimpiyatlara çok sayıda sporcuyla katılması iyiye işaret. Daha önce varlık gösteremediğimiz hatta yarışmadığımız birçok spor dalında yer aldık. Badminton'da Neslihan Yiğit bu dalda olimpiyatlara katılan ilk sporcumuz oldu. Yüksek atlamada Burcu Ayhan olimpiyatlarda finale kaldı. 100 metre engellide Nevin Yanıt olimpiyat beşincisi oldu. Artistik jimnastikte Göksu Uçtaş bu dalda yarışan ilk Türkiyeli sporcu oldu. Yol bisikletinde üç atlet vardı. Takım sporlarında kadın voleybol ve basketbol takımları ilk kez olimpiyatlara katılmayı başardı. Tüm bunlar Türkiye'de sporun geliştiğini gösteriyor ancak olimpiyatlara laf olsun diye ev sahipliği yapmak istemiyorsanız daha fazlası gerekir. Çoğunluğu Sünni Müslüman olan Türkiye'den bu kadar çok başarılı kadın sporcu çıkmasının nedeninin de tehdit altındaki laiklikte olduğu unutulmamalı. Anlayana sivrisinek saz misali, not düşelim.

512 TL OLİMPİYAT DESTEĞİ
Sporcu yetiştirmek ve ilgiyi artırmak için her şeyden önce spor medyasını baştan aşağı yenilemeli. “Minderde yere yapıştık”, “havuzda boğulduk” başlıklarını atmaktan çekinmeyen ve sporu futboldan ibaret sanan medyamızın Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'nı ıskalayan futbolcular için hâlâ sayfalar ayırdığını hatırlayalım. Bu yıl Beşiktaş'a transfer olan 19 yaşındaki Oğuzhan Özyakup'un yıllık ücreti 400 bin avro. Çıktığı her maç başına da 7 bin 500 avro ek ücret alacak. Peki umut vaat eden atletlere ne veriyoruz? Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ın 2012 yılı bütçe konuşmasından aktarıyorum. 14 Nisan 2009 tarihinde çıkan “2012 Olimpiyat Oyunlarına Hazırlanmak Amacıyla Yetiştirilecek Sporcuların Tespiti, Harçlıklarının Belirlenmesi, İaşe, İbate ve Yol Giderlerinin Karşılanmasına Dair Yönetmelik”le, Olimpiyat oyunlarına hazırlamak amacıyla yetiştirilecek sporculara, 16 yaşını doldurmamış kişiler için tespit edilen asgari ücretin net karşılığı 512 TL tutarında olimpiyat harçlığı ödenmesi... 512 liraya bırakın her ay bir ayakkabı almayı, antrenmana gidecek yol parasını karşılayamazsınız. Atletin şansı yaver gitse ve kendisine düzenli maaş ödeyecek bir kulüp bulsa bile futbolcuların kazanacağı paraları alması mucizelere bağlı. Bütün bunlar ortadayken, atletleri başarısızlıkla suçlamak veya onlardan daha fazlasını beklemek ya nankörlükle ya da spordan anlamamakla açıklanabilir. 

Bilet bulamayanlar soluğu Hyde Park'taki dev ekranların karşısında aldı
Organizasyon yeteneğimiz de zayıf. Bu yıl İstanbul'da yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası'nda yaşananları görmeliydiniz. Başbakan Tayyip Erdoğan açılışa geldi diye arama noktalarında izleyicilerin kalemleri bile toplatıldı. Atletizm kalem kağıtsız izlenir mi? Dereceleri not almak, yazmak gerekir. Daha sonra polisler başbakan yuhalanmasın veya saldırılmasın diye izleyicilerin önüne dizildi, ortalık gerildi. Herhalde başbakanı kimse alkışlamaz diye okullardan çocuklar getirildi. Erdoğan konuşmasını bitirince de salondaki öğrenciler geri götürüldü. Öğretmenlerine, “Buraya kadar gelmişler, bari atletizm izleseler” dedim ama emir böyle türünden, boynu bükük yanıtlar aldım. Böyle mi sporcu yetiştireceksiniz, seyirci atletizmi böyle mi öğrenecek? Bakırköy'deki kapalı salonun yollarını son anda bitirenler müteahhitlere iş sağlamak için olimpiyat rüyası kurmasınlar. Önce sporcu yetiştirmeli, sporun diğer dallarını sevmeli ve öğrenmeliyiz ki olimpiyatlara ev sahipliğini hak edelim. Yaz oyunları sporu geliştirmek için bir fırsat olsun. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ın kendisi söylüyor, gelişmiş ülkelerde spor yapma oranı toplam nüfusun yarısına yakınken bizde sadece yüzde iki. Olimpiyat halkası ile eski lunaparklarda sigara paketine atılan halkaları birbirine karıştırmayalım.