Üçüncü Köprü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üçüncü Köprü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sokaktan Danıştay’a çevre mücadelesi sürüyor

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Kasım 2017

Türkiye’de doğa korumayı fidan dikmekle eş tutan birçok insan var. İktidar da böyle düşünüyor. Geçenlerde AKP Genel Başkanı Erdoğan da kendisini eleştirenlere şöyle yanıt vermişti: “Hayatlarında tek bir ağaç dikmedikleri halde dünyanın en çevreci insanı geçinenleri artık dikkate almıyorum”. Aslında bu cümle onun da konuya çok uzak olduğunu gösteriyor. Çünkü diktiğiniz ağaç değil fidandır. Onlar tutarsa sonra ağaç olur. Neyse, zaten her yer beton, beton ve beton. Üzmeyelim kimseyi.

Merak ediyorsanız söyleyeyim, çok sayıda fidan dikmişliğim var ama bunun arkasına sığınıp kendimi iyi bir “çevreci” ilan edecek değilim. Doğa koruma bundan ibaret değil. Tek kıstasınız fidan dikmek bile olsa her şeyden önce diktiğiniz fidanları ve var olanı korumak zorundasınız. Doğa ihaneti sevmez. Çevreciliğin özünde sadakat ve koruma var. İş buradan başlar.

Doğa korumacılar, doğaya müdahale ederek yeni bir yeşil alan yaratmayı değil, onun doğal halini korumaya çalışır. Bin tane kent parkı yapsanız, Karadeniz’in doğal yaşlı ormanlarının yerini tutmaz. Orada yüzyıllardır yaşayan canlılar ve onların oluşturduğu bir ekosistem var. İstanbul’un kuzey ormanları da böyle. Ağaçları kesip, yerine ekolojik köprü yaparak çevreci olamazsınız. O ağaçları kesmemenin yolunu bulduğunuzda size çevreci denir.

Fidan dikme işi şirketlerin, iktidarların halka biçtiği çevrecilik aslında. Doğayı yok edenler çevreciliği fidan dikme, çöp toplama ve kamuoyunu bilgilendirme (bilgi verirken kimse ne dediklerini anlamasın diye bu yapılan işe farkındalık diyen de var) gibi kendilerine dokunmayacak alanlarla sınırlamayı çok seviyor. Üçüncü havalimanı için binlerce ağaç kesilirken siz Kilyos sahilinde plastik atıkları toplayabilirsiniz. Kuzey Ormanları’nı mahvedecek yapılaşma projesinin temelini atan İGA bu çöp toplama eyleminden hiç rahatsız olmaz hatta maddi destek bile sağlar…

İklim değişikliğiyle ilgili yüzlerce toplantı yapabilirsiniz, kömür şirketlerinin keyfi bu toplantılar yüzünden pek kaçmaz. Ne zaman siz bu toplantıların yanında, kömürden vazgeçilmesi için imza kampanyaları düzenler, lobi çalışmalarına başlar, eylemler yapar ve finansal kaynaklarının yok edilmesi için harekete geçersiniz, işte o zaman huzurları bozulur. Çevrecilik veya yeşilcilik, adına ne derseniz deyin, doğa koruma işi, işte tam o zaman başlar.

Bartın Amasra’da yürütülen hukuk mücadelesi, görmediğiniz doğa koruma mücadelelerine iyi bir örnek. Kentte Hattat Enerji’nin kurmak istediği kömür santralına karşı çıkmayan yok. Buna rağmen şirket, kömür hazırlama tesisi kurmak için “ÇED gerekli değildir” kararı aldırmış. Bartın Platformu bu kararı mahkemeye taşımıştı. Danıştay, bu tesisin termik santralın bir parçası olduğunu kabul etmiş dolayısıyla da projelerin birlikte değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti. Danıştay’ın net kararına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kömür hazırlama tesisinin ÇED sürecini sürdürüyor. Bartınlılar da adaletin çalışması için, “adaleti” kendi aldığı karara uyması için ikna etmeye çalışıyor. İnanın bu iş, 1 milyon fidan dikmekten zor! İşte size doğa korumanın en has örneği.

Bir başka çevre koruma mücadelesi de 22 Kasım’da yine Ankara’da verilecek. Danıştay, Akkuyu Nükleer Santralı’nın ÇED iptal davası için toplanacak. Hatırlayacaksınız, Danıştay karar için bilirkişi heyeti talep etmiş, heyetin hazırladığı raporda Wikipedia’dan ve santralı kurmak isteyen şirketin kendisinden yalan yanlış bilgilerin kullanıldığı ortaya çıkmıştı. Binlerce liraya bilirkişilik yapan heyetin, uzman olması gereken konularda wikipedia gibi herkesin bilgi girdiği kaynaklardan yararlanmaya çalışması ve bu bilgilerin doğruluğunu bile kontrol edecek düzeyde olmaması akıllara ziyan bir durum.

İyi çalışan bir hukuk devletinde bu davanın sonucu bellidir ama burası Türkiye. Çevreciler, nükleer karşıtları ve doğaseverler hem Ankara’da hem de sosyal medyada #AkkuyuİçinAdalet sloganıyla Akdeniz ve Türkiye’yi bir nükleer felaketten korumak için uğraşacak. Sadece hukuku değil, üniversitelerin, bilimin onurunu da korumaya çalışacak. Doğa koruma dediğimiz böyle bir şey artık. Ortada fidan yok ama yaşamı, adaleti ve ezilenleri savunma mücadelesi var.

Üçüncü köprüyü yıkmak gerekecek

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Eylül 2017

Foto: Arkitera
Geçen hafta Hasankeyf’in kurtulması için Ilısu Barajı’nın bitirilse bile çalıştırılmaması gerektiğini yazmıştım. DSİ dışında bu öneriye itiraz eden fazla kimse olmadı. Türkiye adına bir ilerleme sayılır çünkü eskiden milyarlarca harcanmış projelerin atıl bırakılması, yıkılması bu ülkede bir tabuydu. Radikalleşen ve faşizmle kol kola giren bir dini ayaklanmayı nasıl, “ama aslında dinimiz böyle değil” diyerek önleyemezseniz, yanlış yatırımların zararlarını da, “yapılmış bir kere, yıkmak olmaz diyerek” kapatamazsınız. Faşizme olduğu gibi ekolojik yıkıma da açıkça karşı durmak gerek. Ekosistem bir bütündür, yarısını feda ederek diğer yarısını kurtaramazsınız.
   
Temiz bir nehrin değerini bilmeyenler bu yazdıklarımı anlamayacak, biliyorum. Duble yolu gelişme, kentin göbeğindeki parkı boş duran bir arazi gibi gören, dünyanın gittiği yerden habersizler büyük olasılıkla bana ateş püskürecek; olsun. ODTÜ gibi Türkiye’de geleceğin dünyasını anlamaya en yakın kurumlardan birinden, gece baskınıyla yol geçirmeye çalışan Melih Gökçek’in anlayacağını ise hiç sanmıyorum. Yine de yazalım. Türkiye’nin düzgün bir gelecek kurabilmesi, gelecek nesillerin sağlıklı yaşayabilmesi, ekonomik ve çevresel zararlarını azaltabilmesi için bugünkü neoliberal politikaları terk etmek yetmeyecek. Yapılan birçok hatalı projeden vazgeçilmesi, bazılarının da bitmiş olsa bile yıkılması ya da atıl durumda bırakılması şart olacak.

Yapılırlarsa hem pahalı hem de riskli oldukları için, enerji konusunda bilgi sahibi ilk hükümetin kapısına kilit vuracağından emin olduğum nükleer santrallar listenin başında yer alıyor. Ön hazırlıkları için anlaşma imzalandığı söylenen Kanal İstanbul projesi de olur da yapılırsa, tüm ülke kazma kürek elde o kanalı kapatmak için uğraşmak zorunda kalacak. Yaratacağı ekolojik tahribat tartışılamaz boyutta. Proje, İstanbul’da araç kullanan herkesin düşünebileceği bir sorunu da barındırıyor. Şu anda üç köprü, bir yeraltı tüneli ve metroya rağmen İstanbul trafiğini kilitleyen boğaz geçişine bir yenisi eklenecek. Boğaziçi Köprüsü’nden geçtiniz, Trakya’ya gideceksiniz karşınıza bir boğaz daha çıkacak. Yine köprülerde trafiğe takılacaksınız. Bu projeyi ancak İstanbul’da halkın arasında dolaşmayan, helikopterle gezen biri hayal etmiş olabilir. Fatih Sultan Mehmet yaşasaydı, Kanal İstanbul için “görüldüğü yerde doldurula” derdi.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üçüncü havalimanı gibi projelerin yıkılması da İstanbul’un kurtuluşu için şart. İstanbul’u kısa zamanda 25 milyon nüfusa ulaştırıp bir ölüm şehri yapacak bu iki projenin alternatif kullanımı bile olamaz.

Bu söylediklerim size çılgınca gelebilir. O zaman sizi şu çılgın hesapla baş başa bırakayım. Bahçeşehir Üniversitesi Ulaştırma Mühendisliği’nin 2015 yılında yaptığı hesaba göre İstanbul’daki trafik sıkışıklığının bedeli yılda 2 milyar avro. Bugünkü kurdan çevirirsek 2,4 milyar dolar ediyor. İstanbul’un kuzeyini imara açacak üçüncü havalimanı ve üçüncü köprü gibi projeler yüzünden kent nüfusu ikiye katlanırsa aynı sorun İstanbul’un kuzeyinde de yaşanacak. İkinci köprü gibi üçüncü köprü de birkaç yıl içinde dolacak. Trafik sıkışıklığı kaynaklı zararın nüfus artışıyla paralel gittiğini varsayalım. Trafik kuzeyde de sıkıştığında yıllık kayıp 4,8 milyar doları bulacak. Çılgın projenin ne kadar çılgın olduğunu asıl o zaman göreceğiz.

Peki, radikal bir karar alır, o köprüyü yıkarsak, İstanbul’un nefes almasına yarayan Kuzey Ormanları’nı imara açmazsak ne kaybederiz?  Kaybımız köprünün maliyeti ve şirketlere verilen taahhüt kadar olur. Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın verilerine göre köprünün yapım maliyeti 3,5 milyar dolar. Köprüden hiç araç geçmezse garanti kapsamında ödenecek miktar yılda 790 milyon dolar. 2019 yılındaki seçimlerde garantinin bitmesine 5 yıl kalacak. Kalan beş yıl için bir 3,5 milyar dolar da şirketlere ödense Hazine’den çıkan para 7 milyar doları bulur. Yıkılmazsa her yıl trafik sıkışıklığından gelecek zarar ise 2,4 milyar dolar. Üç yılda köprüyü yıkmanın masrafını çıkartırız. Ardından da İstanbul’u küçültme projesi devreye girer. Yeni sanayi ve konut projelerine imar izni verilmeyerek işe başlanabilir. Hem kentte yaşayanların sağlığı, hayatı kurtulur, hem de trafik sıkışıklığı azalır. Sizce hangisi çılgın proje? O köprüyü yapmak mı yoksa yıkmak mı?