Yeşiller Partisi neden başarısız oldu?

Özgür Gürbüz-Birgün/17 Haziran 2012

Türkiye'nin doğal ve kültürel çevresi büyük bir saldırı altında. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin eski, insan merkezli kalkınma anlayışı cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımını da beraberinde getiriyor. Sayıları binleri bulan tartışmalı hidroelektrik santral projeleri, sayıları onlarla ifade edilen iklim katili termik santraller, sucuğumuzdan hayvan yemine kadar uzanan, çokuluslu şirketlerin baskısıyla besin zincirine sokulan genetiği değiştirilmiş organizmalar, madencilik şirketleri kâr etsin diye delik deşik edilen dağ ve tepeler, bizleri hem sağlık hem de ekonomik açıdan felakete sürükleyecek nükleer santraller, rant için çarpık kentleşmeye feda edilen ucube kentler ve açgözlü şirketlerin ellerine teslim edilen kültürel varlıklarımız... Hepsi tehlike altında, hepimiz tehlikedeyiz. Hasankeyf, Allianoi, Sulukule, Bartın, Akkuyu, Gerze, Sinop, Pierre Loti, Kaz Dağları, Eşme, Tortum, Kütahya, Rize, Tozkoparan, Artvin, Munzur ve İstanbul... Liste uzayıp gidiyor.

Yazının başlığındaki soruyu yanıtlamak, yeşil politikayı yakından izlemeyenler için zor olabilir. Kültürel ve doğal çevre bu kadar büyük tehdit altındayken Yeşiller Partisi'nin büyümesi, önemli muhalif güçlerden birisi olması gerekmez miydi? Evet gerekirdi. Dünyada yeşil partiler oylarını arttırırken ya da politik yelpazedeki konumlarını pekiştirirken Türkiye'de neden tersi oldu? Siz bu satırları okuduğunuzda Türkiye'nin siyasi tarihindeki ikinci 'yeşil parti' de politik arenadan silinmiş olacak. Benim de kurucuları arasında bulunduğum ama şimdilerde tanımakta zorlandığım Yeşiller Partisi'nin mevcut yönetimi, Eşitlik ve Demokrasi Partisi'ne (EDP) katılma kararını resmen ilan edecek. Politika propagandasız olmaz. Partideki arkadaşlar bu 'katılma' işini birleşme adıyla anarak ve olayı Yeşiller ile Sosyalistlerin birleşmesi gibi lanse ederek propaganda çalışması yapıyorlar. Kazın ayağı öyle değil tabi, dost acı söylermiş; söyleyelim. İşin doğrusunu, neredelerde hata yapıldığını özetlemeye çalışayım. Bunları konuşalım ki, ileride bir başka yeşil siyasi hareket filizlendiğinde bu hataları tekrarlamayalım.

ROTASYON İLKESİ LAFTA KALDI

Dört yıl önce 50'ye yakın kişi tarafından kurulan Yeşiller Partisi, bu dört yıl boyunca üye sayısını ancak 300'lere getirebildi. Bu üyelerin çoğu aktif değil. Gözlemim, üyeliklerin birçoğunun partinin büyümesinden çok parti içi seçim aritmetiğinin istenildiği gibi çalışması için, arkadaş çevresinden gerçekleştirildiği yönünde. Partiye üye olan birinin partide hiç gözükmemesi, parti içi tartışmalara e-postayla bile katılmaması başka nasıl yorumlanabilir bilemiyorum. Öyle ki, partinin EDP'ye katılması konusunda yapılan kritik oylamaya bile sadece 63 kişi katıldı. Muhalifler oylamaya gelmedi çünkü yeşiller için olmazsa olmaz bir kural olan parti içi demokrasi çoktan rafa kaldırılmıştı. Partinin kendini feshedip başka bir partiye katılması konusunda konsensüs (uzlaşma) aranmadı. Bahsettiğimiz 1.000 kişi olsa bu iş zor ama 50-60 kişiden bahsediyoruz. Yeşiller, konsensüs ilkesini uygulamayı bile düşünmezse, dillerinden düşürmedikleri doğrudan demokrasi kavramına kim inanır, kim bu yüzden Yeşiller Partisi'ne oy verir? Aslında beni, kurucusu olduğum partiden soğutan ilk hadise, partinin kurulmasından birkaç gün önce bir eş sözcü adayı tarafından başlatılan kulis çalışmasıydı. 50 kişinin oy vereceği seçimler için kulis yapmak, rotasyon ve eş sözcü gibi 'tek adamcılığı' önleyecek kavramların politik hayata geçmesinde önemli bir rol üstlenen yeşil hareket için tehlike çanlarının çaldığı ilk andı. Rotasyon ilkesinin daha sonra bir tüzük değişikliğiyle delinmesi bu nedenle beni şaşırtmadı ama üzdü tabii.

GİZLİ "YETMEZ AMA EVET"ÇİLER

Bunlar Yeşiller Partisi'nin sonunu hazırlayan, kendi söylemleriyle çeliştiği ilkesel hatalarından birkaçı. Üzerine pratikte yapılan bazı hatalar da eklendi. Karısının başından aşağı dışkısını boşaltan Sevan Nişanyan'ın yazılarına son verilmesi için kadın örgütlerinin baskılarını yanıtsız bırakan Agos'tan bu olaydan hemen sonra partiye konuşmacı çağrılması ve 'yeşil kadınların' buna sessiz kalması korkunçtu. Kyoto Protokolü'nün imzalanması halinde Türkiye'nin otoyol dahi yapamayacağı savı (Türkiye Kyoto'yu imzaladı ve binlerce km. uzunluğunda otoyol yapıyor), nükleer enerji konusunda yapılan yanlış açıklamalar, pratikte yapılan hatalara iyi birer örnek. Bu hatalar Yeşiller Partisi'ni şekillendirecek kadın, çevre ve ekoloji hareketlerinin partiye mesafeli durmasına yol açtı. Halk oylaması (referandum) sürecinde partinin “hayır” diyememesi de bir başka kırılma noktası oldu. Halk oylamasında değiştirilmesi istenen tüm maddelere karşı çıkılmasına rağmen, parti içindeki yetmez ama evetçilerin hissedilir baskısıyla, “hepsine hayır ama boykot” gibi garip bir karar alan Yeşiller Partisi, bir yandan da eş sözcüleri vasıtasıyla evetçi kanadın etkinliklerinde boy gösterdi. Halk oylamasından önce, başta HES'ler olmak üzere, onlarca çevreyle ilgili davanın Danıştay'dan döndüğü, yargının çevre konusunda verdiği birçok kararın doğa lehine sonuçlandığı gerçeği Yeşiller tarafından görmezden gelindi. Halk oylaması sonrasında yaşanan değişikliklerden sonra, Anayasa Mahkemesi Başkanı, “Nükleer santral projesinin yürütmesi durdurulur mu” sorusuna, “Durdur, durdur nereye kadar. Durduruyorsun da ne oluyor” diye yanıt veriyorsa bunda halk oylamasında 'evet' tercihini kullananların payı büyüktür. O gün 'evet' deyip bugün pişman olmadıklarını söyleyenlerinse çok daha büyük. Yeşiller Partisi'nin hata yaptığını belirten bir basın açıklaması yapması gerekirdi. Yargıdaki bu değişimden etkilenen yüzlerce çevre davası olduğunu düşünürsek, bugün EDP'ye katılma kararı veren ve son dört yıl Yeşiller Partisi'nin yönetiminde görev almış bu ekibin; Türkiye'de deresine, dağına, ovasına ve ormanlarına sahip çıkmaya çalışan çevreciler tarafından pek sevilmeyeceğini tahmin etmek zor değil. O yüzden de kurulacak yeni partinin artık yeşil hareketi temsil etme şansının çok zor olduğunu düşünüyorum. En fazla adı ve logosu yeşil olabilir.

YÖNETİM BAŞARISIZLIĞINI GİZLİYOR

Yeşiller Partisi böylece ikinci kez Türkiye'de siyaset sahnesine veda ediyor. Bugün partiyi EDP'ye katılmaya iten nedenin bir büyüme isteği değil, yönetimin başarısızlığını örtme girişimi olarak algılanması çok daha doğru olur. Türkiye'nin dört bir yanında onlarca çevre mücadelesi sürerken Yeşiller Partisi'nin bu mücadelelerin neredeyse hiçbiriyle kalıcı bir bağ kuramaması üzücü. Bırakın itici güç olmayı, bir birleştiren rolü bile üstlenemedi. 1988 yılında kurulan ilk Yeşiller Partisi tam tersi bir örgütlenme süreci yürütmüştü. Hep üstten, bilen kişi edasıyla halka bu işin nasıl olacağını anlatmaya çalışmak yerine, Anadolu'nun dört bir köşesinde süren ekoloji mücadelelerini dinlemek, onlardan ve onlarla beraber bu işi öğrenmek lazım. Yedi yaşına kadar gördüğü doğayı bir ömür boyu anlatan Âşık Veysel'in hissettiği gibi hissetmek gerekiyor. Yaşam hakkını savunmak, mücadelesini vermek bir hobi ya da iş değil, hayatın ta kendisi. İşte biz buna yeşil politika diyoruz.

11 yorum:

Ahmet Kılınç dedi ki...

Siyasetin işleyişini ve siyasetçileri en çok eleştiren, eleştirilerinde genelde haklı olan entellektüeller olarak görünen çevrecilerin, parti işine soyununca, o eleştirdikleri siyasetin çirkin çarkında nasıl öğütüldüğünün özeti gibi olmuş yazın. üzücü...

Ozgur Gurbuz (English) dedi ki...

Ne yazık ki öyle oldu. Kişisel hırslar, Cihangir merkezli düşünme sendromu Yeşiller'i de teslim aldı. Olsun, geriye çevre mücadelesinin gerçek neferleri kaldı, o da işin iyi tarafı.

Adsız dedi ki...

Sevgili Özgür Merhaba,

Elinize sağlık. 16 Haziran'da merakımdan gittim basın toplantısına (sizi orada göremememin nedeni, yukarıda yazdıklarınızmış demek ki?). Anlattığınız ayrıntıların bir çoğunu bilmiyordum. Ama ben ve benim gibi, uzun zamandır doğa koruma/ çevre sahasında çalışan pek çok insanın Yeşiller Partisi girişimlerine (her iki girişimi kastediyorum) mesafeli durmasının bir'den fazla nedeni vardır sanırım. Bunlardan biri, siyasetten uzak durmak olabilir. Ancak doğrusu, parti üye sayısının 300 civarında kalmasına şaşırdım. Siyasetten uzak olmak isteyen doğa korumacıların/ çevrecilerin sayısı ne olursa olsun, Yeşiller Partisi'nin binlerce mensubu olduğunu sanıyordum bugüne kadar. Benim uzak kalma nedenim, beni heyecanlandıracak bir enerji almamış olmamdır; yeni ve özgün bir söyleme, umut verecek bir formüle rastlamadım (ilk Yeşiller daha enerjik ve umut vericiydi bana göre). 16 Haziran'daki toplantı da böyle oldu, bir heyecan hissettirmedi. Gidişatın değişebileceğine dair bir ışık yakmadı. Hatta yapılan konuşmalar, iki partinin kendi aralarında bile yeterince hazırlık yapmadığı, birbirlerini (özellikle EDP'nin Yeşiller'i) henüz iyi tanımadığı izlenimi uyandırdı. İnandırıcı/ ikna edici bir ortam yoktu.

Eşbaşkanlardan en az birinin kadın olacağına dair de bir belirti göremedim. Kafamdaki pek çok sorunun yanıtını işitemedim.

Benim bildiğim, siyasetin, daha çok oy almayı ve en azından parlamentoya girebilmeyi hedeflemesi gerektiğine göre, yeni partinin seçmen tabanını genişletmesi için de bir stratejisi olması gerekir; bunu da göremedim.

Zaman yeterli olsaydı şunu sormak isterdim: "Dünya tükenmiş olduğuna göre ve bu model sürdürülemeyeceğine göre, oy isteyeceğiniz seçmenlere aslında işitmekten hoşlanmayacakları gerçekleri söylemek durumundasınız: insanlar arasında adil paylaşım olacaksa, ve bu da bu yoksulların zenginleşmesiyle mümkün olamayacağına göre, zenginlerin ellerindeki varlıkları paylaşması gerekecek. Zenginler sahip olduklarından feragat etmeyi, yoksullar da, asla o kadar zengin olamayacaklarını nasıl kabul edecek? Bir seçmenin kapısını çaldığınızda ona ne anlatacak ve nasıl oyunu kazanacaksınız?"

Sevgiler,

Nafiz Güder

Adsız dedi ki...

Sevgili Nafiz,

İzlenimlerin için teşekkürler. Öncelikle Özgür'ün iddia ettiği gibi ikinci Yeşil partinin politik arenadan silinmesi gibi bir durum yok ortada, yakın başka bir partiyle adı ve politikaları açısından yine Yeşil (de) olmaya devam edecek daha büyük bir partide birliktelik amaçlanıyor, başarılabilir ya da başarılamayabilir, başarılması da yine Yeşiller tarafında bu kararı alan kişilerin ve Yeşiller içinde olmasa da ekoloji hareketlerinden katılacak (veya ör.Arif Ali Cangı gibi hali hazırda EDP'de olan) bireylerin yeni partideki etkinlik düzeylerine bağlı, sonuçta risksiz karar gerçek bir karar değildir. Yazıdaki diğer yanlış bilgileri düzeltmeyi başka bir yoruma bırakarak senin izlenimlerin üzerinde bir kaç yorum yapacağım.

Öncelikle birleşme niyeti, kararı ve takviminin (nihai birleşmenin değil) açıklandığı basın toplantısından bence fazla içerik beklemişsin (strateji, ayrıntılı program gibi), yine de keşke sorularını sorsaydın.

Heyecan eksikliği gözlemine kısmen katılıyorum, parti içinde en büyük sorunlarımızdan birisi bu ve dolayısıyla katılımın eksikliği ve hem kararların hem de işlerin az sayıda insanın üzerine kalmasına yol açıyor. Bunun hem içinde yer aldığım parti yönetiminden, hem de politik bağlamdan kaynaklanan çok nedeni var, ayrı bir yaz konusu, ancak ilk Yeşiller'in yok olup gitmesine neden olan da nihai olarak kendi içlerine ve birbirlerine olumsuz olarak yönelttikleri enerji değil miydi? Sonuçta farklı yerlere savruldular ve ikinci partide sadece birkaçı yer aldı. Son kertede dışarıdan bakıp enerji alamamak, içinde yer almadan konu bazlı katkı vermek ve içinde yer alıp kendince enerji katmaya çalışmak bir tercih meselesi, çevre-doğa koruma hareketlerinde yer alan insanlar şimdiye kadar özel veya politik nedenlerle ağırlıkla ilkini, bazen de ikincisini tercih etti, bundan sonra ikincisi ve üçüncüsünün ağırlıkta olması için daha fazla çabalamamız gerekecek. Şimdiden benim birebir konuştuğum insanlarda ve çeşitli mecralarda yazan çizen kişilerde bu birleşme süreci belli bir heyecan yaratmış görünüyor.

Sadece 300 üyemiz olduğunu ve büyüyemediğini (ve başka bir çok parti içi sorunu) hiçbir zaman gizlemedik ve Yeşil Gazete gibi kamuya açık ortamlarda bile açık açık tartıştık, buna rağmen sanki binlerce üyemiz varmış izlenimi sanırım partinin isminin ve az sayıdaki etkinliklerinin duyurduğu sesin cisminden daha fazla yer kaplamasından kaynaklanıyor (ki bu da ayrı bir sorun, yanlış izlenim vermesi nedeniyle yüklenen beklentiler artabiliyor).

Son olarak en az biri kadın olmak üzere eşsözcülük üzerinde tartışılmadan mutabık olunan konulardan birisi.

Sevgiler,

Alper Akyüz

Adsız dedi ki...

Yeniden merhaba,

Yukarıdaki mesajımda belirttiğim gibi bu mesajın asıl kaygısı Özgür'ün yazısındaki yanlış bilgilere bütün gelişmelere partinin 2008'deki kuruluşundan bu yana içinde olan ve hiçbir zaman Merkez Yürütme Kuruluna girmemiş bir parti meclisi üyesi olarak tanıklıklarıma dayalı olarak bazı düzeltmeler yapmaktır.

Bu nedenle yorum olarak sadece Yeşiller Partisinin başarısız olduğu konusundaki en genel yoruma "üye sayısı ve yerel örgütlenme" ve bağlantılı olarak da "çevre-ekoloji hareketlerinden katılım sağlama" konusunda katıldığımı belirtmek istiyorum; parti bu konuda kendi belirlediği hedeflerin yanına bile yaklaşamamıştır. Katıldığım başka bir konu da üyelerin aktifliği ve heyecanı ile ilgili konudur, ki önceki mesajımda buna da değinmiştim. Bunların nedenleri çeşitlidir ve burada bir tartışma yapmayacağım.

Bunun dışında:

1) "Rotasyon ilkesinin havada kalması" yorumuna katılmıyorum. Hiçbir eşsözcü arka arkaya iki dönem boyunca görev yapmadı. Yapılan tüzük değişikliği konusunda benim içim rahat. Ancak bu tabii ki bir yorumdur, katılmak veya katılmamak mümkündür.

2) Sevan Nişanyan hiçbir zaman davet edilmedi, tartışma konusu olan Sevan Nişanyan'ın bu olay nedeniyle AGOS'taki yazılarına son verilmesi için bir imza kampanyası yürütüldüğü dönemde ilgisiz bir konuda AGOS'un yine konuyla ilgisi olmayan başka bir yazarının Yeşil Ev'de söyleşiye davet edilmesidir. Özgür o dönemde kadın kotasına karşı çıkması nedeniyle yeşil kadınlarla girdiği sert tartışma sonrası bu yazara konuyla ilgili soru sorulması ısrarında bulunmuş, böyle bir dayatma kabul edilmeyince de iyice hırçın bir üslup benimsemişti.

3) "Kyoto Protokolünün imzalanması durumunda termik santral ve otoyol yapılamayacağı" ifadesi herhangi bir basın açıklamasında yer alabilecek politik bir ifadedir ve "imzalanan anlaşma ilkelerine uyma konusundaki taahhütlere uyulacaksa yapılmamalı" anlamında kullanılmıştır, yoksa Kyoto Protokolünün olmayan yaptırımları, Türkiye'nin somut olarak almadığı yükümlülükleri vs. bilinirken hiç kimse "yaşasın, artık yapamayacaklar" diye sevinecek kadar salak değil. Bu durum imzalanmış bütün uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve bundan sonra imzalanması için uğraşılacak ve kampanya yürütülecek olanlar için de geçerlidir. O dönem Özgür Yeşiller tarafından (henüz parti bile değilken) "Türkiye Kyoto'yu İmzala!" kampanyası yürütmesine "Kyoto bir işe yaramaz" şeklinde özetlenebilecek bir muhalefet yürütmüştü, kampanya sırasında 2 ayda 160.000'i aşkın imza toplandı, Meclis'e teslim edildi ve Çevre Komisyonuna ayrıntılı bir sunuş yapıldı, daha da önemlisi Kyoto ve iklim değişimi hakkında o zamana kadar başarılamamış bir farkındalık yaratıldı.

Adsız dedi ki...

4) 12 Eylül referandumunda Yeşiller Partisi parti olarak tutum belirtmedi, çünkü kararı alacak olan parti meclisi üyeleri ve görüş belirten diğer üyeler kendi içinde tam üçe bölünmüştü ve her birinin haklı gerekçeleri vardı, genel olarak her taraftan kişiler birbirine hak verdi ama pozisyon değiştirmedi (ve dolayısıyla diğer duruşlarla birlikte Yetmez ama Evet duruşundaki üyeler de çoğunluk oluşturmuyordu). Eşsözcüler de eşsözcü sıfatlarıyla hiçbir zaman kendi oylarını açıklamadı. Aksi takdirde başka bazı partilerde olduğu gibi bir bölünme ve kopma da yaşanması beklenirdi, ki bu süreci bu açıdan daha hasarsız atlatan bir parti var mıdır bilmiyorum. Parti "hayır" (ya da "evet", ya da benim de önerdiğim ve uyguladığım gibi "boykot") diyemedi ve üyelerini serbest bıraktıysa (evet, parti iddia edildiği gibi "boykot" da demedi), bu hiçbir grubun tek başına belirleyici olamaması ve bu durumu da o dönemde sonuç olarak doğal karşılaması nedeniyledir, tek duruşun belirleyici olduğunu iddia etmek benim gibi evet dememiş ama sonuçta parti açıklamasından memnun olan diğer üyelere de saygısızlıktır. Sonuç olarak partinin bu kararı da politik olarak eleştirilebilir ve eleştirildi, sonuçta ben bu anlamda da hata yaptığını düşünmüyorum, ama bu başka bir tartışma.

Bu yazıyı okuyup da "vay be, neler dönmüş" diyen ya da diyecek arkadaşlar umarım bu gecikmiş düzeltmeleri de görüp ona göre kanaatlerini ve yorumlarını oluştururlar.

Alper Akyüz

Ozgur Gurbuz (English) dedi ki...

Yeşiller Partisi'nden Alper Akyüz'ün yazıdaki yanlış bilgileri düzeltme amaçlı bu son yorumunu okumaktan çok mutlu oldum. Bu yazıya parti dışından tek bir olumsuz tepki gelmedi. Partinin EDP'ye katılmasını destekleyen kanat ise Alper dışında çarpıtma, iftira gibi kelimeler kullandı ama somut hiçbir şey söylemedi, söyleyemedi. Örneğin, son dört yılda eşsözcülük görevi yürüten kişilerin adlarını ve göreve geldikleri tarihleri yazabilirlerdi. Rotasyon gereği o listede son dört yıl içinde aynı ismin iki kez tekrar etmemesi gerekir. Yok ediyorsa, yazdığım gibi, bizzat benim önerimle tüzüğe konulan ve görevi yarıda bıraksa dahi kişinin rotasyon ilkesine dahil olmasını sağlayan tüzükteki ilke değiştirilmiş demektir. Neyse...

Sanırım Alper'in uyarısıyla yanlış anlaşılan bir noktayı düzeltmem lazım. Eğer yazıdaki, “Halk oylaması (referandum) sürecinde partinin “hayır” diyememesi de bir başka kırılma noktası oldu. Halk oylamasında değiştirilmesi istenen tüm maddelere karşı çıkılmasına rağmen, parti içindeki yetmez ama evetçilerin hissedilir baskısıyla, “hepsine hayır ama boykot” gibi garip bir karar alan Yeşiller Partisi, bir yandan da eş sözcüleri vasıtasıyla evetçi kanadın etkinliklerinde boy gösterdi” kısmından Yeşiller Partisi'nin üyelerini boykota çağıran resmi bir karar aldığı anlamı çıkıyorsa düzeltme gerekir. Resmi karar, adına dördüncü yol denilen, aslında “hayır demeyelim de ne dersek diyelim niyetini taşıyan” garip bir karardı. Yeşiller Partisi'nin birçok çevre tahribatına yol çacağı belli olan bu değişikliklere hayır diyememesi kocaman bir ayıp, karar verememesi ise bir başka ayıp tabii. Bu tahribata neden olacağını bilmiyor da değildiler çünkü ben ve birçok kişi parti listesinde defalarca bu uyarıları yaptık. Karşımıza yetmez ama evetçilerin neferliğine soyunmuş, bugün yönetimi hemen hemen ele geçirmiş durumdaki militan kadro çıktı. Biz müdahaleyi yapmasak ibrenin evetçilerin lehine döneceği ortadaydı. Sözde düzeltme metninde haliyle bu ayrıntılar yok. Asıl görülmesi gereken ise şu. Ortada bir soru ve iki yanıt var. Size “evet ya da hayır mı” diye sorulan politik bir soru. Hadi diyelim üçüncü seçenek de var ve onun adı da boykot. Politika yapmak için kurulmuş parti bu soruya ne evet ne de hayır diyebiliyorsa, bu yanıtın boykot anlamına geldiği apaçık ortadadır. Üstelik her değişiklik maddesine açık açık karşı çıkılırken. Yani, maddeler doğru değil diyorsunuz ama yanıtınız bir türlü hayır olamıyor. Benim eleştirim aslında bu noktaya. Hayır demeniz gereken bir soruya, parti yönetiminin yetmez ama evetçi cepheye yakınlığı nedeniyle hayır diyemiyorsa ortada bir sorun vardır. Yeşiller'in malum cepheye yakınlığını anlamak için yaptıkları eylemlerde kimlerle hareket ettiğine bakmanız yeterli. İş sadece referandum işi değil. Bence, yeşiller adını kullanarak başka bir oluşum örgütlenmeye çalışılıyor ancak bu tezimin doğru olup olmadığını görmek için biraz daha beklemek lazım.

Sanıyorum parti içindeki tartışmalar gün yüzüne çıktıkça, “vay be, neler dönmüş” diyenlerin sayısı da artacak.

Ozgur Gurbuz (English) dedi ki...

Yeşiller Partisi Parti Konseyi üyesi Alper Akyüz'ün "adsız" kayıtlı yorumuna da yanıt vermek zorundayım.

Yorumunun ilk cümlesi aslında partinin ne hale geldiğini çok iyi açıklıyor. Görülüyor ki Yeşiller Partisi hakkında eleştiri yapmak için iktidara dahil olma, yönetimde bizzat görev alma şartı varmış. Akyüz beni bir kez bile Merkez Yürütme Kurulu'na girmemiş olmakla eleştiriyor. 20 yıldır yeşil hareket içinde yer almam (parti öncesinde ve sonrasında), bu partinin kurucularından biri olmam, ilk tüzüğünde hatırı sayılır bir emek harcamam demek yetmiyormuş. Partideki hiziplere dahil olmamak adına dışarıda durmayı tercih etmem de suç oldu anlaşılan. Parti yönetimine enerji, ekonomi ve iklim konularında bilgi verip yardım ederken iyi, yönetimle ayrı düşüp protesto edince kötü adam oluyorsunuz. Yeşiller ve EDP'ye üye olmak isteyenler bu konuyu iyice bir düşünürler umarım.

Madem olan biteni inkar ediyorsunuz, soru sorma sırası bende.

1) Rotasyon ilkesiyle ilgili yanıtımı bir önceki yorumumda verdim. Dört yıl içinde aynı kişi iki kez eşbaşkan seçilip rotasyonu deldi mi delmedi?

2) Bütün kadın örgütleri karısının başından aşağı dışkısını boşaltan Nişanyan'ın Agos'ta yazmaması için kampanya yaparken Yeşiller neredeydi? Tam o esnada hiçbir şey olammaş gibi Agos'tan konuk çağırmakta ısrar etmek ne kadar anlamlı? Kadın örgütlerine direnen ve Agos gibi Hrant Dink'in imzasını taşıyan çok değerli bir gazeteyi lekelediğini düşündüğüm bu kişiye sahip çıkan Etyen Mahçupyan'ın Yeşil Gazete'de sürekli yazılarının yayımlanması bir tesadüf müdür? Gazeteci arkadaşlarımız içerdeyken onlar hakkında korkunç yazılar yazan (bkz. Koray Çalışkan ne diyor: http://www.medyaradar.com/haber/medyagunlugu-75732/gazeteciler-iceri-atilirken-etyen-mahcupyan-iftira-atiyor.html) Mahçupyan'ın yazılarını Yeşil Gazete'de yayımlamaktan neden çekinmediniz? Partinin bir çizgisi yok mu? Örneğin birisi bireysel silahlanmayı savunsa, ona da farklı görüş diye yer verecek misiniz? Bu konudaki itirazları neden görmezden geldiniz? Onlarca farklı örnekte olduğu gibi, yetmez ama evetçi herkesi korumayı kendinize neden misyon edindiniz?

3) Bu tartışmalar sürerken benim nasıl bir hırçın üslubum görülmüştür? Kime saldırmışım, ağzımdan ne zaman bir kötü söz, hakaret çıkmış? Teessüf ederim. Tam tersine... O zaman şu soruyu sormak zorundayım. Birleşme tartışmalarının yaşandığı son toplantıda, birleşme karşıtı bir üyenin üzerine yürünmesiyle ilgili ne düşünüyorsun? Bu şiddeti uygulayan üye hala partide mi? Lütfen bana asılsız iftiralar atmak yerine, şiddetsizlikle övünen Yeşiler Partisi'ndeki bu şiddet olayını kamuoyuna açıklar mısın?

4) Kyoto Protokolü'nün imzalanması için yıllarca çeşitli kampanyalarda görev aldım. 2004 ve hatta daha öncesi. Yeşiller Partisi o tarihte yoktu bile. Benim kaygım, iklim kampanyasının Kyoto imzalansın hedefine kilitlenmesiydi. Türkiye Kyoto'yu imzalasa dahi, aynı bugün olduğu gibi, gelişmiş ülkelerin ortada olmaması nedeniyle iklim değişikliği sorunu çözülemeyebilir ve biz harekete kattığımız tüm kitleyi bir yılgınlığa iteriz demiştim. Son iklim mitingine gelen 100 kişi herhalde bu kaygılarımın haksız olmadığını gösteriyor. Çünkü Türkiye Kyoto'yu imzalasa da, şu talihsiz yazıda aksi iddia edildiği gibi (bkz: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=881723&CategoryID=99) bir yükümlülük ve sınırlamalarla karşılaşmayacak diyordum. Teknik bir bilgiden bahsediyordum. Yine de kampanya boyunca çalıştım, kimseyi yarıda bırakmadım. Sen KEG toplantılarına gelmediğin için bilmiyor olabilirsin, işin aslı bu. Şimdi soralım. Yukarıdaki yazıdaki gibi, “Türkiye Koyoto'yu imzalarsa otoyol yapamaz” gibi demeçlerin doğru olmadığını(Türkiye'de hatırı sayılır, köprü ve otoyol yapımı sürmektedir), Protokol'ün ilgili maddesini de parti içinde paylaşarak gösterdiğimde neden sesini(zi) çıkarmadın(ız)?

Adsız dedi ki...

Yorumumun başında geçen "hiçbir zaman Merkez Yürütme Kuruluna girmemiş bir parti meclisi üyesi" bizzat kendim oluyorum, talihsiz bir yanlış anlama olmuş, yazında değindiğin tartışmaların hiç birinin doğrudan tarafı olmadığım anlamında belirtmek gereği duymuştum.

Alper Akyüz

Ozgur Gurbuz (English) dedi ki...

Birgün'de geçen hafta yazdığım yazıdan sonra isteyenleri burada yorumlar aracılığıyla Yeşiller Partisi'ni tartışmaya davet ettim. Ne yazık ki, buraya partili arkadaşlardan gelen yorumlar daha çok beni tartışmaya niyetliydi. Belki inanmayacaksınız ama içlerinde benim sert mizaçlı olduğuma dair eleştiriler bile var. Suçlama ve iftiraları yazmıyorum bile. Halbuki benim yazdiklarimda bir tek isim bile yok, kişiselleştirme yok. Yorumlar ise tam tersi. Şimdi oturup, nasıl esprili ve sevimli biri olduğumu mu yazayım yoksa Yeşiller Partisi'ne yönelttiğim eleştirileri mi tartışalım? O nedenle açık bir çağrı yapmakta fayda var. Bir önceki yorumumda 4 adet soru sordum. Bu soruları yanıtlayacaksınız buyrun yazın. Benim hakkımda karalama kampanyası yapacaksanız onu istediğiniz herhangi bir yerde yapabilirsiniz. Soru 1:

1) Rotasyon ilkesi ihlal edildi mi edilmedi mi? Dört yıl içinde aynı kişi iki kez eşbaşkan seçilip rotasyonu deldi mi, delmedi mi? Yazın son dört yıldaki eşsözcülerinizin isimlerini, yanına da seçildikleri tarihleri görelim bakalım kim doğru söylüyor. Bunu yanıtlayınca diğer sorularla devam ederiz.

Ozgur Gurbuz (English) dedi ki...

Ümit Şahin'in Yeşil Gazete'deki yazısına verdiğim yanıt için lütfen

http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2012/07/baz-carptmalar.html

adresindeki yazımı okuyunuz.